Osmanlı hanedanından otuz birinci padişahtır. II. Mahmut ile Bezmiâlem Sultan’ın oğludur. 23 Nisan 1823 (11 Şaban 1238)’de doğdu. 3 Temmuz 1839 (19 Rebiyülahır 1255)’da Osmanlı tahtına çıktı. Bu sırada devlet türlü tehlikeler içinde bulunuyordu. II. Mahmut’un son zamanlarında Osmanlı orduları Mısır valisi Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine üst üste yenilmiş ve imparatorluğun yaşaması ancak Avrupa devletlerinin rekabetinden ileri gelen, yardımlarına bağlı kalmıştır. Genç padişah sadrazamlığa getirdiği Hüsrev Paşa’nın yaptıklarını unutacağını ve affettiğini söyleyerek Mısır meselesini yumuşaklıkla yatıştırmak istemiştir. Oysa Nizip bozgununun haberi, İstanbul’a, cülustan dört gün sonra gelmiş ve Kaptan-ı derya Ahmet Fevzi Paşa, rakibi olan Hüsrev Paşa’nın düşmanlığından korkarak Mısır’a kaçıp donanmayı Mehmet Ali’ye teslim etmiştir. Devletin ordusuz ve donanmasız kaldığı ve Babıâli bir karar ve hareket için yabancı devlet elçilerinin ağızlarına baktığı sırada Londra elçiliğinde bulunan Mustafa Reşit Paşa’nın cülusu tebrik vesilesiyle İstanbul’a dönmesi ve padişahı Tanzimat Fermanı’nın ilanına razı etmesi Abdülmecit’in ilk saltanat yıllarında gerçekleşmiştir. Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 günü ilân edilmiştir. Mustafa Reşit Paşa fermanı Sultan Abdülmecit ile vükelâ, ulemâ, yabancı elçilerle halk huzurunda ve Gülhane Meydanındaki kasırda okunmuştur. Fermanda şahsî hürriyetler yani can, mal ve namus emniyetinin yeni kanunlarla teminat altına alınacağı vaat ediliyordu. Yeni kanunların yeni kurulan meclisler tarafından hazırlanarak padişah tarafından onaylanacağı belirtiliyor, böylece hükümdarın temsil ettiği siyasî iktidara bu meclisler de iştirak ettiriliyordu. İnsancıl esasları kapsayan bu ferman, Batı’da iyi tesir yapmış ve Mısır meselesinin de hallini kolaylaştırmıştır. Mehmet Ali’yi tutan Fransa’nın müzakere dışı bırakılması suretiyle İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında Londra Mukavelesi (15 Temmuz 1840) imzalandı. Antlaşmanın imzalanmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte hareket eden devletler, Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı hakimiyetine bağlanmasını sağladılar.
Bundan sonra Fransa’nın da katılmasıyla Londra’da imzalanan Boğazlar Antlaşması da (1841) Boğazlar üzerinde Osmanlı hâkimiyetini tasdik etmiştir.
Avusturya’ya karşı 1848′de ayaklanıp Rus kuvvetlerinin yardımıyla mağlûp olan Macar ihtilâlcilerinin bir kısmı Osmanlı topraklarına sığınmışlardı. Mültecilerin teslimi için Avusturya ve Rusya Babıâli’yi tazyik ettikleri halde Reşit Paşa’nın himmetiyle Macar ihtilâlcileri teslim edilmedi. Sultan Abdülmecit devrinin önemli olaylarından biri olan bu mukavemet, İngiltere ve Fransa’da Osmanlı Devleti lehine pek iyi bir tesir yaptığı gibi Macarlar arasında Türklere karşı derin bir sevginin uyanmasına da sebep olmuştur. Macar ihtilâlinin akisleriyle ve Rusya’nın da teşvikiyle Eflâk ve Boğdan’da Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ayaklanmalar oldu. Ayaklanmayı bastırmak üzere Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa kuvvetleri harekete geçince Ruslar da Boğdan’a girdiler. Fakat zamanın şartlarını savaş açmaya elverişli görmeyen Ruslar daha ileri gidemediler ve Babıâli ile 1849′da Baltalimanı Mukavelenamesi’ni (Antlaşması) imzaladılar ki bu mukavele Eflâk ile Boğdan’da Osmanlı Devleti’yle Rusya’ya müşterek bir işgal hakkı veriyordu. Sultan Abdülmecit devrinin en önemli olayları arasında Kırım Savaşı’yla ondan sonra yapılan Paris Antlaşmasını kaydetmek gerek tir. Kudüs ve civarında Hıristiyanlarca kutsal sayılan ve Katolikler ile Ortodokslar arasında bir türlü paylaşılamayan imtiyazlar meselesi tekrar canlanmıştır. Fransız Cumhurbaşkanı Louis-Napoleon, Katoliklere hoş görünmek için bazı taleplerde bulunduğu gibi Osmanlı tabiiyetindeki Ortodoksların koruyucusu kesilen Rusya da bu işe karışmıştır. İstanbul’a gönderilen Rus fevkalâde elçisi Prens Mençikof’un istedikleri ret olunduğundan Rusya, Eflâk ve Boğdan’ı işgale kalkıştı. Babıâli.de Rusya’ya savaş ilân etti (1853). Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın Tuna cephesinde başarılı hareketlere girişmesiyle başlayan savaş, Rusların Silistre kuşatmasında yenilmeleriyle devam etti. Fakat Ruslar Sinop Limanı’nda bulunan Osmanlı donanmasını birdenbire basarak yakmayı başardılar. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’yle tedafüi ve tecavüz! (müdafaada ve saldırıda birlik) bir ittifak anlaşması imzalayarak (12 Mart 1852) savaşa girdiler. Daha sonra Sardunya Krallığı da Rusya aleyhine olarak bu savaşa karıştı. Müttefikler bir yıla yakın kuşattıkları Sivastopol’ü zaptetmeye muvaffak oldukları sırada Ruslar da Anadolu’da Kars’ı ele geçirmişlerdi. Savaş sırasında Avusturya’nın da katılmasıyla yapılan görüşmeler sonucunda barışın esas şartları belirlenerek Ruslara kabul ettirildi.
Bunun üzerine Paris Kongresi toplandı. Avrupa büyük devletleri delegelerinin bulunduğu bu genel kongrede hazırlanan anlaşma metni 20 Mart 1856′da imzalandı.
Paris kongresinden biraz evvel Sultan Abdülmecit Gülhane Fermanı’nı tamamlayan ve teyit eden bir Islahat Fermanı neşretti (18 Şubat 1856) . Bu ferman, Hıristiyan tebaanın şahıs ve mal emniyetini, onların mezhep ve tedrisat hürriyetlerini teyit ediyor, bütün tebaanın eşitliği kabul edildiği gibi Türk ve Müslüman olmayanların dahi memurluklara ve askerlik hizmetlerine girebileceklerini bildiriyordu. Sultan Abdülmecit, cülusundan itibaren siyasî güçlüklerden fırsat buldukça ıslahata ve özellikle eğitim alanında yeniliklere girişmekten geri durmamıştır. 1841′de Sultanahmet Camii içinde “Mekteb-i Maarif-i Adlî” adıyla ilk rüştiye açılmış, daha sonra İstanbul’un beş yerinde rüştiye kurulmuş ve 1852 ‘de de 25 il merkezinde rüştiyeler açılmıştır.
Rüştiyelerin üstünde olmak üzere Bezmiâlem Valide Sultan’ın yaptırdığı şimdiki İstanbul Kız Lisesi binasında “Darül-Maarif” adıyla lise derecesinde bir okul kurulmuştur. Sultan Abdülmecit hemen bütün okulların açılmalarında, imtihanlarda diploma dağıtılması, cami derslerinde icazet verilmesi gibi merasimde hazır bulunur ve okutanlarla okuyanları teşvik ederdi.
1845′de Darülfünun (üniversite) binası yapılmasına başlandı ve açılacak üniversitenin öğretmenlerini yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderildiği gibi kitaplarını hazırlamak üzere bir Encümeni Dâniş (İlim Akademisi) kuruldu (1851) .Paris’te tahsilde bulunan gerek sivil, gerek askerî öğrenciler için “Mekteb-i Osmanî” adıyla bir okul da kurulmuştur. Yine bu zamanlarda Harbiye Mektebi için Fransa’dan öğretmenler getirildi. 1848′de ilk Darü’l-Muallimin ve 1858′de orta derecede olmak üzere ilk Mülkiye Mektebi kuruldu. İz mit Kâğıt Fabrikası da 1847′de yapılmış, üzerinde “eser-i cedid” damgası bulunan kâğıtları imal etmeye başlamıştır.
1846′da Mehmet Ali Paşa’nın padişah idaresine güven duyarak İstanbul’a gelişi, Osmanlı Devleti’nin içte ve dışta itibarım ve nüfuzunu arttırmıştır. Bu olay, hariciye nazırlığından sadrazamlığa yükselen Mustafa Reşit Paşa için bir mükâfat sayılmaktadır.
Paris Antlaşması’ndan sonra Adliye ve Maarif Nezareti kurulmuş, yeni kanunlar yapılmış, Avrupa ile ticarî ve malî münasebetler artmıştır. Avrupa’dan yapılan borçlanmaların bir kısmıyla faydalı eserler meydana getirilmişse de büyük bir kısmı da saraylar ve kasırlar yapılmasına harcanmıştır. Yenibahçe’deki Guraba Hastanesi’yle Haseki Kadın Hastanesi bu dönemin eserlerindendir. Hırka-i Şerîf’te ve Ortaköy’de yapılan iki minareli camilerle Yahya Efendi civarında ve Teşvikiye’de meydana getirilen birer minareli camiler, Harbiye ve Bahriye mektepleri, Mecidiye adını taşıyan kışlalar, Dolmabahçe Sarayı gibi İstanbul’un başlıca binaları, Sultan Abdülmecit zamanının eserleridir. Saraylar, kasırlar, düğün ve eğlenceler için yapılan harcamalar, halk arasında kötü söylentilere sebep olduğu gibi memleketin bir çok yerinde karışıklıklar da baş göstermiştir.
Bunlar arasında 1860′da Suriye’de Dürziler ile Maruniler arasında çıkan çarpışmaya Fransızlar müdahale etmiş ve bu kargaşalığı Fuat Paşa’nın şiddetli icraatı yatıştırmıştır. Eflâk ve Boğdan’la Karadağ’da da bazı ayaklanmalar olmuştur. Meşhur Cizre Emîri Bedirhan Bey 1846′da İstanbul’a getirilmiş ve Kürdistan’daki isyanın bastırılmasına hizmet edenlere mahsus bir de nişan ihdas olunmuştur.
Abdülmecit’in ölümünden biraz önce özellikle malî buhranların tesiriyle onun tahtından indirilmesi için gizli bir teşebbüs yapılması bu padişaha karşı ilk zamanlarda duyulan sevgi ve güvenin gittikçe azaldığını gösterir. Sultan Abdülmecit, 25 Haziran 1861′de tutulduğu veremden ölmüş ve Sultan Selim Türbesi’ne gömülmüştür. Sultan Abdülmecit nazik, yumuşak ve zekî olmakla beraber zayıf ve gevşek bir hükümdardı. Islahata samimi taraftar olmakla beraber bunları kendi başına ilerletecek kudrete sahip değildi. Fakat saltanatında Mustafa Reşit, Ali ve Fuat paşalar gibi kıymetli devlet adamlarının bulunması talihini ve onları iş başına getirmesi de dirayetini ispat eder.
Bazı kusurlu ve zayıf taraflarına rağmen uyanık ve hamiyetli devlet adamlarını kullanmak hususundaki dirayeti sayesinde Abdülmecit’in saltanatı XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin nispeten itibarlı bir dönemidir. Abdülmecit’in oğullarından V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet (Reşat) ve VI. Mehmet (Vahdeddin) sıra ile tahta çıkmışlardır.
Abdülmecid Han
Gönderen
Tarihâne
29 Nisan 2009 Çarşamba
0 yorum:
Yorum Gönder