Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntının yarattığı ortam ve buna bağlı önemli gelişmeler içerisinde Ermenilerin son aylarda sürdürdükleri düşsel amaçlarına ilişkin etkinlikler üzerinde pek durulmadı.Basından izleyebildiğimiz kadarıyla, sözde Ermeni kıyımına ilişkin gelişmeler çerçevesinde Fransız politikacılar bir süre önce Paris'in ortasına diktikleri Ermeni anıtından sonra bu defa da I.Dünya Savaşı sonunda Osmanlıya dikte ettirilen anlaşmanın imzalandığı Sevr Sarayının önüne bir soykırım anıtı koydular. Öte yandan International Herald Tribune gazetesinde, güçlü Amerika Ermeni Asamblesinin bir dalı olan Ermeni Ulusal Enstitüsü tarafından Ermeni soykırımını dünyaya tanıtmak amacıyla 50 milyon dolarlık bir müzenin kurulmakta olduğu haberi çıktı. Gene basından öğrendiğimize göre, Ermeniler Avrupa ülkelerinde Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz'i Ermeni toprağı olarak gösteren afişler dağıtmışlar. Afişlerde Hindu-Müslüman çatışmasında ölenler de sözde Ermeni soykırımın kurbanları olarak gösteriliyormuş.Basında ayrıca, bazı Ermeni parlamenterlerin I.Dünya Savaşı sonrasında Kars ve Ardahan'ı Türkiye'ye geri veren Türkiye-Rusya arasındaki anlaşmanın iptali için Rusya Federasyonu nezdinde girişimde bulunmak için kampanya başlattığı haberini gördük. Bu arada NewYork Times gazetesinin 19 Mayıs kutlamaları nedeniyle ABD'ndeki Türk kökenli bilim adamları ve akademisyenlerinin verdiği bir ilanı, metinde Ermeni soykırımı konusunda bilinen gerçeklerin inkar edildiği gerekçesiyle yayınlamayı reddettiğini öğrendik.
Bu gelişmeler içerisinde bizi biraz olsun sevindiren haber İsviçre'den geldi; Rum asıllı bir İsviçre milletvekilinin İsviçre Meclisine sunduğu "Ermeni Soykırımı Tasarısı" İsviçre Dışişleri Bakanı Joseph Deiss'in, "87 yıl önce olduğu iddia edilen, aslı bilinmeyen bir olay için Türkiye'yle olan ilişkilerimizi bozamayız" şeklindeki akılcı konuşması üzerine reddediliyordu. Bu akılcı davranış dileriz diğer ülkelere örnek olur.Buna benzer bir davranışı daha önce Fransa Başbakanı Lionel Jospin de göstermiş, ancak Başbakanın bu akılcılığı Fransız çıkarlarıyla sınırlanmıştı. Hatırlanacağı üzere Jospin, Fransızların Cezayir'de işlediği katliamın tanınmasına ilişkin olarak Fransız Parlamentosuna sunulan tasarının, "bu sorunu tarihçilere bırakalım" diyerek Mecliste görüşülmesini önleyerek akılcı bir davranışta bulunmuş, ancak benzer davranışı Ermenilerin soykırım iddialarının Fransa Parlamentosunda görüşülmesinde göstermemişti. Bu akılcı davranışın ileride sadece Fransız çıkarları için değil buna benzer tüm durumlar karşısında da sergilenmesini dileriz.
Şunun iyice bilinmesi gerekir ki, Ermeni halkına tarih boyunca zarar veren olayların asıl sorumlusu "Büyük Ermenistan" düşü peşinde koşan Ermenilerin kendileridir. Bu düşü gerçekleştirebilmek amacıyla bazı ülkelerdeki çoğunluk etkenliğinden de güç alarak düzmece gerekçelere, hilelere, cinayetlere başvurmuşlar ve kendilerini kullanan güçlerin oyunlarına alet olmuşlardır. Ermeniler giderek zayıflayan Osmanlı İmparatorluğunu büsbütün çökertmek isteyen Rusların, İngilizlerin ve Fransızların maşası olmuşlar, hüsrana uğrayıp acı çekmişler ve gerçekleştiremeyecekleri düşleri nedeniyle çektikleri acılar onları akılcı yola yönlendireceğine tam tersine kinlerini pekiştirmiştir. Tarihsel süreç Ermenilerin bu ülkelerin çıkarları için oyuna geldiklerini, sadece taşeron olarak kullanıldıklarını, ancak onların hiçbir zaman Ermenilerin düşlerini gerçekleştirmelerine gönüllü olmadıklarını göstermiştir.
Ermenilerin soykırım savlarının düzmece verilere dayandığını gösteren çok sayıda Türk ve yabancı belge ve yapıt var. Önde gelen tarafsız tarihçilerin düzmece Ermeni savlarını çürüten görüşlerini tekrarlamaya gerek yok. Burada sadece olaylarıngerçek yönünü kanımca açık bir şekilde gösteren, olayların birkaç tanığının ve olaylarla o zaman yakından ilgilenmiş bazı kimselerin düşünceleri ve değerlendirmeleri özetlenerek aktarılmak istenmiştir. Ancak, Ermeni iddialarının daha iyi anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi bakımından önce Ermeni sorununun propaganda malzemesi olarak kullanıldığını kanıtlayan, gerçek durumu aydınlatan, güvenilir kaynaklara dayalı
bazı bilgileri ana hatlarıyla ve çok özet olarak aktarmakta yarar var .
Ermeniler 1915 sözde Ermeni soykırımında önceleri 3 milyon Ermeni'nin öldüğünü ileri sürdüler. Bu sayı daha sonra 2,5 milyona, arkasından 2 milyona indirildi ve sonunda 1,5 milyonda karar kılındı. Sadece bu rakam tutarsızlığı Ermeni savının ne kadar dayanaksız ve keyfi olduğunu gösterir. Oysa, 1914 yılında Venedik'te bizzat Ermeniler tarafından bastırılan bir harita ve eki tabloda, Osmanlı İmparatorluğundaki Ermeni nüfusu, 1.200.000'i Osmanlı Asya'sında olmak üzere, toplam 1.400.000 olarak gösterilmiştir. 1914 yılında Van'da Fransız Konsolosu olan M.Zarceski, hükümetine 1914'teki tüm Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermeni nüfusunun 1.015.800 olduğunu bildirmiştir.Osmanlı yönetimi tarafından o zaman saptanan Ermeni nüfusu 1.300.000'dir. Nitekim her 100 bin kişiye 1 milletvekili esasına göre yapılan seçimlerde Osmanlı Meclisi'ne 13 Ermeni kökenli milletvekili seçilmiştir. İngiliz kaynakları da Osmanlı rakamlarına uymaktadır. Öte yandan Amerikan kaynakları 1914 yılında Türkiye'nin doğusunda yerleşik Ermeni nüfusunu 850.000 dolayında göstermektedir. 1919 yılında Istanbul'da bulunan İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe Lord Curzon'a gönderdiği raporunda ( 24 Mayıs 1919),1919 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu ve güneydoğudaki Ermeni nüfusunun 913.875 olduğunu belirtmiştir.Osmanlı Dahiliye Nezareti belgelerine göre de ülkenin güney bölgelerine göç ettirilen Ermenilerin sayısı ise 703.000'dir. Ancak, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.Yusuf Halaçoğlu'nun Osmanlı belgelerinde yaptığı son bir araştırma ise zorunlu göç uygulanan Ermenilerin sayısının bu rakamın da altında olduğunu göstermektedir ( 438.758 kişi). Ayrıca şu hususu da belirtmek gerekir ki, Ermenilerden hasta olanlar ile Katolik ve Protestan Ermeniler, ordu mensubu Ermeniler, bazı tüccar ve sanatkarlar göçten muaf tutulmuşlardır. O zamana ait bilgi ve belgelere göre,göç ettirilen Ermenilerin de büyük çoğunluğu göç yerlerine ulaşmış, geçici olarak buralara yerleşmiştir.
Görülüyor ki, gerek Ermenilerin kendi kaynaklarının, gerek kendilerinin güvenebilecekleri Batılı kaynakların verdikleri rakamlara göre 1.5 milyon Ermeninin kıyıma uğradığı savı hiçbir şekilde olası değildir. 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğü yolundaki Ermeni savı kabul edildiği takdirde tüm İmparatorluk topraklarında yaşayan Ermenilerden daha fazla Ermeni öldürülmüş oluyor. Kaldı ki bu iddianın benimsenmesi halinde bugün ABD ve Fransa'da yaşayan Ermeni diasporasından da söz etmek herhalde mümkün olamazdı.
Bu kısa açıklama Ermeni iddialarının hiçbir bilimsel veriye dayanmayan, sırf uluslararası kamu oyunun merhamet duygularının sömürülerek kendi tezlerine sempati sağlamak üzere üretilen düzmece rakamlara dayalı siyasal amaçlı olduğunu göstermektedir.
Bazı çevrelerde ve özellikle Türkiye'de, Ermeni sorunu konusunda Ermeni iddialarını destekleyen 30 bine yakın kitap bulunduğu, buna karşılık Türk görüşünü yansıtan ve destekleyen yapıtların çok az olduğu, dolayısıyla Türkiye'nin davasını dünya kamuoyuna iyi anlatamadığı, bu nedenle de Ermenilerin dünya kamuoyunun etkilemekte daha başarılı olduğu görüşü ileri sürülmektedir. Bu görüş yüzeysel olarak doğru görülebilir. Ancak kanımca, yapıt çokluğu propaganda yönünden başarılı olsa bile, aslında gerçeğin Ermeni iddialarının gerçek dışı, düzmece iddialar olduğunu ve konunun propaganda amacıyla abartıldığını gösterir. Önce Osmanlı zamanında, arkasından verdiği ölüm kalım savaşında Türklerin Ermeni iddiaları ve bunları destekleyen müttefiklerin yoğun propagandası ile uğraşacak ne zamanı vardı ne de olanakları. Kaldı ki gerçek olmayan iddialara karşı iddiaların yöneltildiği taraf ancak savunma durumunda olabilir. Doğruları abartmak, çoğaltmak olası değildir, ama yalanı istediğiniz kadar abartır, istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.
Şu hususu önemle vurgulamak gerekir ki, Ermeniler tarih boyunca Türklerden zarar görmemiş, ülkeleri işgal edilmemiştir. Ermenistan denilen yerler önce Perslerin, sonraları İskender'in, daha ileri tarihlerde Romalıların, Bizans'ın ve Arapların işgaline uğramış, Selçuklular ve Osmanlılar ise bu yerleri Bizans'tan almışlardır. Geçmişte yaşadıkları savaşlar ve işgaller sonucu çektikleri sıkıntılara karşılık Ermeniler en müreffeh ve en saygın dönemlerini Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamışlardır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un 1453'te alınmasından sonra 1461 yılında, Bursa'da bulunan Piskopos Yovakim'i İstanbul'a davet etmiş, kendisine Patrik payesini vererek, onu Rum Patriği ile aynı düzeye getirmiş ve Patriğin yetki alanı Ermenilerin dışında Ortodoks olmayan Suriyeli Jakobitleri, Habeşleri, Gürcüleri, Kaldeliler ve Koptikleri de içerir ölçüde genişletilmiş ve güçlendirilmiştir. Zamanla Ermeniler İmparatorluk içerisinde önemli mevkilere getirilmişler, toplum yaşamında da sanatta, ticarette önemli yerler işgal etmişlerdir. 17.asırda Latin misyonerlerin etkisiyle bazı Ermeniler Katolik mezhebine geçmeye başlamışlardır. Bu gelişme Ermeniler arasında büyük huzursuzluk yaratmış ve Patrik Avatik'in zamanında Katolik Ermeniler diğer Ermenilerin şiddet uygulamalarına maruz kalmış ve kendilerine sağlanmış olan huzurlu yaşamlarını gene kendileri bozmuşlardır. Tarihleri boyunca da hep böyle olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunda tarihlerindeki en huzurlu ve müreffeh bir yaşama kavuşmuş olan Ermeniler ne yazık ki Osmanlı İmparatorluğunun gerileme döneminde Rusların, İngilizlerin ve Fransızların siyasal amaçlarına alet olmuşlar, İmparatorluğu içerden zayıflatmak için Hınçak ve Taşnak gibi komiteci dernekler kurmuşlar, çetecilik faaliyetlerine girişmişler, ülke için büyük sorun oluşturmuşlardır.
19.asırda Rusya, İngiltere ve Fransa'nın başka başka amaçlarla kendilerini Osmanlıya karşı kullanmak istemelerinden güç alan Ermeniler, içeride kendilerine tanınan hoşgörülü, ayrıcalıklı tutumdan da yararlanarak İmparatorluğa karşı haince komplolara girişmişlerdir. Bu gelişmeler içerisinde I. Dünya Savaşı Ermeniler için elverişli bir ortam oluşturmuştur. Adı geçen 3 devletin yardımlarıyla İmparatorluğun özellikle doğusunda ve güneydoğusunda isyanlar çıkarmışlar, şiddet hareketlerine girişmişler ve ülkenin batısından doğusuna uzanan çeşitli yerleşim merkezlerinde gizlice kurdukları silah depolarından sağladıkları silahlarla çete hareketlerine girişmişler, Türk-Müslüman köy ve kasabalarını basmışlar, katliam yapmışlar, ayrıca doğuda Ruslara karşı savaşan Osmanlı ordusunu arkadan vurmuşlar, cepheye giden bazı Türk birliklerini imha etmişlerdir.
Bu gelişmeler üzerine Ermeni tedhiş olaylarının yaşandığı, savaş alanlarına bitişik doğu ve güneydoğudaki Ermeniler ile olaylarla ilişkisi bulunan başka yerlerdeki bazı Ermenilerin, her türlü koruma önlemlerinin alınması da öngörülerek İmparatorluğun güney bölgelerine göç ettirilmeleri zorunlu olmuştur. Ermenilerin bu nedenlerle göç ettirilmeleri sırasında hastalık veya çetelerin saldırıları, bu arada Ermeni çeteleri ile yapılan çatışmalar nedeniyle meydana gelen ölümler için Ermeniler tarafından sağlanan bilgilere dayanılarak ileri sürülen ölü sayısına ilişkin rakamlar gerçek dışı, çok abartılı rakamlardır.
Ermeni göçünün Ermeni soykırımına dönüştürülmek istenmesinde ve bu inancın dünya kamuoyunda yaygın hale getirilmesinde Ermeni propagandasından daha da etkin olan 3 kişinin Osmanlı aleyhtarı yoğun propaganda çabalarının önemli katkısı olmuştur. Bunlar İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee, 1913-1916 yılları arasında İstanbul'da 26 ay görev yapan ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau ve Alman Protestan papazı Dr. Johannes Lepsius'tur.
I.Dünya Savaşı başladığında genç bir tarihçi olan Arnold Toynbee İngiliz Enformasyon Dairesinde (propaganda kuruluşu) görev almış ve Almanya, Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya İmparatorluğu aleyhine İngilizlerin propaganda faaliyetlerini yürütmüştür. Toynbee, Osmanlı Devleti aleyhine yürüttüğü faaliyetlerde özellikle Ermeni kaynaklarından sağladığı bilgileri kullanmıştır. Amaç Osmanlı Devletini içeriden yıpratmak, Amerikan kamuoyunu etkileyerek ABD'ni savaşa sokmaktı. Arnold Toynbee, Türk düşmanı, Ermeni dostu olan Vikont James Bryce'ın büyük desteğini görmüş, ayrıca, propaganda yayınlarına daha güçlü bir güvenilirlik sağlamak için ABD'nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau'dan aldığı ve çoğu Ermeni kaynaklardan sağlanan abartılı, düzmece, kulaktan duyma bilgilerden yararlanmıştır. Toynbee'nin 2 yıl süre ile yürüttüğü bu görevi esnasında derlediği bilgiler ve belgeler 1918 yılında İngiliz Hükümeti tarafından "Mavi Kitap" olarak yayınlanmıştır. Toynbee daha sonra bu "Mavi Kitap" için kitabın hükümetçe kendisinin bilgisi dışında "özel bir amaçla"(propaganda) yayınlanmış olduğunu söylemiş ve görevden ayrıldıktan sonra da bu görevi için "bir centilmen görevi değildi" demiştir. Toynbee'nin yürütmüş olduğu İngiliz propaganda faaliyetleri sonraları bizzat İngilizler tarafından tenkit edilmiştir. Örneğin, James Morgan Reid yazdığı " Atrocity Propaganda, 1914-1919" isimli kitapta "İngiliz vahşet propagandası"nın yanlış raporlara ve düzmece bilgilere dayandığını yazmış, ayrıca Toynbee'yi "propagandacı" olarak tanımlamıştır. Ayrıca, savaş sonrasında yayımlanan ve İngiltere'nin vahşet propagandasını konu alan kitaplarda " Mavi Kitap" bu tür propagandanın baş yapıtı olarak gösterilmektedir.
1913-1916 yılları arasında 26 ay süre ile İstanbul'da görev yapan ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau Ermeni kıyımı propagandasının yayılmasında ve etkin olmasında önemli rol oynamıştır. New York'ta başarılı bir emlakçı olan Morgenthau 1912 Başkanlık seçimlerinde Demokrat Partinin mali işler komitesi başkanlığını yapmış, Başkan Wilson da seçimden sonra kendisini İstanbul'a büyükelçi olarak atamıştır. Morgenthau ABD'nin savaşa katılması amacıyla Ermeni kaynaklarından sağladığı bilgilere dayanarak raporlar yazmış, ayrıca bu bilgileri Toynbee'ye ve Alman papazı Dr. Lepsius'a vermiş, onların yazdıkları kitapların başlıca kaynağını oluşturmuştur. Morgenthau'nun büyükelçilikteki Ermeni danışmanı Arşak K. Şmavonian, tercümanı ise Agop S.Andonian isimli Türkiyeli bir başka Ermeni idi.Morgenthau raporlarına aktardığı bilgilerin çoğunu bu Ermeniler kanalıyla derlemiştir. Morgenthau'nun raporlarını Şmavonian yazmış, tuttuğu günlükleri ve ailesine gönderdiği mektupları ise tercümanı Andonian'a yazdırmıştır. Şmavonian, Morgenthau'nun İstanbul'daki görevi bitince ABD'ye dönmüş ve Dışişlerinde "özel danışman" olarak görev yapmıştır. Morgenthau 1918 yılında, ABD'nin savaşa girişini ve savaşa katkısını haklı ve başarılı göstermek amacıyla "Ambassador Morgenthau's Story" adlı kitabı yayımlamıştır. Sözde Ermeni katliamı hakkında ana kaynak oluşturan, özellikle yukarıda adı geçen 2 Ermeninin Büyükelçiye verdiği abartılı, hatta uydurma bilgileri içerenbu kitap Amerikalı gazeteci, yazar ve tarihçi Burton J. Hendrick tarafından kaleme alınmıştır. Burton J. Henrick bu yazım işi için kitabın tüm yayınları süresince %40 ücret hakkına sahip olmuştur. Propaganda amaçlı bu kitap, Amerikan kamu vicdanını etkilemek amacıyla yazar Hendrick'in edebiyatçı kalemiyle daha da abartılı ve dramatik hale getirilmiştir. Morgenthau'nun kitabını ve onun yazdığı çeşitli belgeleri inceleyen Amerikalı bilim adamı Heath Lowry " The Story Behind Ambassador Morgenthau's Story" isimli kitabında, kitabın baştan aşağı kabaca yazılmış yarı gerçeklerle,yalanlarla dolu olduğunu ayrıntılarıyla ortaya koymuştur. Lowry bu kitabında, savaş esnasında Associated Press muhabiri olarak Türkiye'de bulunmuş olan gazeteci George S.Schreiner'in Morgenthau'ya yazmış olduğu bir mektubundan da söz ediyor. Schreiner bu mektubunda "dünya barışının Morgenthau'nun ki gibi çabalardan bir şey kazanamayacağını, halkların olaylara doğru bakmaya hakkı olduğunu, Morgenthau'nun İstanbul'da her şeyi bilirmiş ve üstün bir güce sahipmiş gibi bir konumda olmadığını, Morgenthau'nun bölgede yaşayan Ermenilerden daha fazla Ermeni öldürdüğünü, kendisinin (Schreiner) Ermeni meselesinde ABD Büyükelçiliğindeki görevlilerden (Ermeni görevliler)daha bilgili olduğunu, gerçeğin er veya geç ortaya çıkacağını ve kendisinin sınırlı olanaklarını gerçeğin hizmetine sunduğunu " ifade ediyor. Schreiner mektubunda ayrıca, " devletlerin isyanları bastırma hakkına sahip olduğunu ve Türklerin halen dünyada pek az sayıda mevcut centilmenlerden olduğunu Morgenthau'nun da kabul edeceğinden kuşku duymadığını" belirtiyor.
Morgenthau kitabında 1.200.000 Ermeninin sürgün edildiğini, bunlardan 600.000 kişinin öldüğünü ileri sürüyor. Kitabın ne kadar abartılı ve gayri ciddi olduğunu sadece bu rakamlar gösteriyor. Osmanlı İmparatorluğunun o zamanki sınırları içerisinde 1.300.000 Ermeni yaşamaktaydı ( Batılı kaynaklara göre 1.3 -1.5 milyon). Tehcire tabi tutulan bölgede yaşayan Ermenilerin sayısı ise bu rakamın çok altındaydı. İstanbul, İzmir gibi metropol şehirlerdeki Ermeniler ile Batı Anadolu'nun çoğu bölgelerinde yaşayan Ermenilerin büyük bölümü tehcirden muaf tutulmuştur. Gazeteci yazar Schreiner'in dediği gibi, Morgenthau bunalım bölgesinde yaşayan Ermenilerden daha çok Ermeni öldürmüş oluyor.
Morgenthau'dan aldığı bilgilerden yararlanan "Mavi Kitap"ın derleyicisi Toynbee de, Osmanlı topraklarında yaşayan 1.800.000 Ermeninin üçte birinin (600.000) göç esnasında öldüğünü belirtiyor. Propaganda amacıyla yayımlanmış olan gerek Morgenthau'nun kitabında, gerekse Toynbee'nin derlediği " Mavi Kitap"ta Ermenileri desteklemek amacıyla ileri sürülen abartılı 600 bin sayısı bile bugün Ermenilerin ileri sürdükleri 1.5 milyon ölü sayısının çok altındadır. Bu fark propaganda amacıyla ortaya atılan düzmece haberlerin ne ölçüde doğru olabileceği! hususunda bir başka güzel örnek oluşturmaktadır. Bu vesile ile şunu da belirtmekte yarar var: 1918 yılında Ermeni delegasyonu başkanı Bogos Nubar Paşa'nın Fransa Dışişleri Bakanlığında özel yetkili bakan Gout'ya verdiği bir raporda da tehcire tabi tutulan Ermenilerin sayısının 400 bin civarında olduğu bildirilmiştir. Bu sayı Prof. Halaçoğlu'nun belgelere göre saptadığı 400 bin rakamını da doğrulamaktadır. Bu da soykırım iddialarında ileri sürülen birbirinden çok farklı rakamların ne ölçüde inanılır olabileceğini gösteriyor.
Bir Ermeni muhibbi olan Alman papazı Dr.Johannes Lepsius, Ermeni Patriğini Osmanlı Devletine bağlılık göstermesi için ikna etmek amacıyla geldiğini söylediği İstanbul'da (Temmuz 1915) bir ay kalmış ve ABD Büyükelçisi Morgenthau , Ermeni Patriği ve diğer bazı Ermeni kaynaklarından duyumlara dayanan bilgiler almış ve bunları 1918 yılında Paris'te yayınlanan "Le Rapport Secret du Dr.J.Lepsius" kitabında aktarmıştır. Bu kitabın da gerçeği ne ölçüde yansıttığı yukarıda verilen bilgiler ışığında kolayca anlaşılır.
Zamanın İçişleri Bakanı Talat Paşa anılarında bu konuda özetle şöyle diyor: "Ermenilerin önde gelen kişilerine, Ermenilerin ihtilalci hareketlere giriştikleri, ordudan kaçan Ermeni askerlerin memurları ve halkı öldürdükleri bildirilmiş ve bunlara son verilmesi için kendilerinin yardımcı olmaları istenmiştir. Buna karşın Muş, Bitlis ve Van illerinde Ermenilerin kışkırtmalarıyla kanlı ayaklanmalar başlamıştır. Bir süre sonra Van, Rusların himayesindeki Ermeni gönüllü çeteleri tarafından işgal edilmiş, kaçamayan Müslüman halk öldürülmüş, birçok genç kız ve evli kadın evlerde toplanmış, bu evler genelev gibi kullanılmıştır. Başka yerlerde de ayaklanmalar olmuş, Müslümanlara karşı şehir, köy ve yollarda kıyımlar yapılmış, cepheye gönderilen bazı askeri birlikler çeteler tarafından imha edilmiştir. Bu durum karşısında daha önce çıkarılan ancak uygulanmayan "Göç Kanunu"nun uygulanmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine Türk ve Ermeni kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar başlamıştır. Göç sırasında Türk tarafında ihmali veya hataları görülenler, suçlu bulunanlar şiddetle cezalandırılmıştır. Göç nedeniyle ve ayaklanma yüzünden Ermeniler çok kayıp vermişlerdir. Bunu itiraf etmek gerekir. Ancak, Doğu illerindeki Müslümanlar da Ermeniler yüzünden büyük kayıplara uğramışlardır. Rusların Van, Muş, Bitlis ve Erzurum'u işgali sırasında, Rusların da itiraf ettiği gibi, Ermenilerin işlediği zulüm ve cinayetler sonucu Müslüman halk aç ve çıplak olarak göç etmiş ve göç esnasında 600.000 kişi ölmüştür. Hükümet Ermeni göçü sırasında çıkan olayları önlemeye çalışmıştır. Tarafsız bir mahkeme kurulduğu takdirde, işlenen cinayetleri savunmaksızın bir gerçek olarak ileri sürebilirim ki, olaylara bizzat Ermenilerin yol açtığı ortaya çıkacaktır. Ben, gönderilmeleri sırasında Ermenilere yapılan işlemleri ve olayları oldukları gibi aktardım. Gerçeği söyleme cesaretini göstermek ve Ermenilerin Müslümanlara yönelik cinayet ve zulümlerini itiraf etmek sırası şimdi karşımızdakilerdedir."
Bu vesile ile Fransız tarihçi Georges de Maleville'in "1915 Ermeni Trajedisi" adlı kitabından söz etmek isterim. Yazar bu yapıtında olaylar için özetle şöyle diyor: "İki çözüm vardı, biri Ermenileri ileri göndermek (savaş alanı yönü); Ermeniler iki taraf arasında kalır ve savaş esnasında ölürdü ama Türklerin onuru bundan zarar görmezdi. Türkler bunun yerine en acemice ama en insanca çözümü seçip Ermenileri geri gönderdiler, ancak bunu beceriksizce yaptılar. Ne var ki bir yok etme planı yoktu, soykırım hiç yoktu". Yani yazar demek istiyor ki, Türkler şimdi o zamanki iyi niyetlerinin cezasını çekiyorlar, Ermenileri savaş alanına sürüp toptan ölümlerine yol açsalardı bugün başları ağrımazdı. Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından 1.Dünya Savaşı öncesinde ve savaş esnasında Osmanlı Devletine karşı kullanılan Ermeniler hakkında bu devletlerin bazı yetkililerinin Ermeni iddialarını çürüten çok sayıda bilgi ve görüşlerinden, değerlendirmelerinden bazılarını, Ermeni yalanını gösteren birkaç olayı buraya aktarmakta yarar görüyorum: Sir Eyre Crowe (İngiliz Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri 1912-1925) şöyle söylüyor : Türklerin Ermeniler aleyhine başlatmış oldukları Haçlı Seferinden hiç kuşkusuz Ermenilerin kendileri sorumludur.
-İngiliz Askeri Haberalma Başkanı Tümgeneral Thwaites, Lord Harding'e şöyle diyordu: Ermenilerin güvenilir müttefikler olduklarını veya hak iddia ettikleri bütün sempatiye layık olduklarını sanmak abestir.
- Tiflis'teki İngiliz Diplomatik temsilcisi Wardop Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a şunu yazıyordu : Hiç tereddüt etmeden diyebilirim ki Müslümanların can ve mallarını Taşnakçı bir Ermeni hükümetine emanet etmek insanlık açısından kabili tavsiye değildir. Ermenilerin Müslüman yönetimi altında daha güvenli olacaklarına, fakat Müslümanların Ermeni yönetimi altında asla güvenlik içerisinde olmayacaklarına inanıyorum.
- I.Dünya Savaşı sonrasında İstanbul'da bulunan ABD yüksek komiseri Amiral Bristol şöyle diyor: Kilikya olayları Türkiye'yi parçalama amacı güden müttefiklerin planının bir kısmıdır. Kilikya'da katledilen ve Ermeni intikam birlikleri tarafından köyleri yakılan yağmalanan Türklerdir.
- I.Dünya Savaşı sonunda ABD'ne yapılan mandater olma önerileri üzerine Başkan Wilson'un durumu yerinde incelemek üzere 1919 yılında Anadolu'ya gönderdiği Amerikan Askeri Misyonu'nun Başkanı general Harbord şunu yazıyordu: Ermeni kan akıtmakta suçsuz değildir. Kürtler, Rus orduları parçalanınca Bolşeviklere refakat eden Ermenilerin çok sayıda Kürdü gaddarca öldürdüğünü söylemişlerdir. Erzurum halkı da yüzlerce Türkün içinde yakılarak öldürüldüğü binaları göstermiştir.
- Başka bir Ermeni yalanını da şu örnekte görmek mümkündür: Ermeni Patrikhanesi 1877-1878 'de toplanan Berlin Kongresine Türkiye'de 3 milyon Ermeni olduğunu bildirmiş, ancak Ermenilerin vergi vermeleri söz konusu olduğunda bu sayıyı 1.780.00'e indirmiştir.
-1918 yılında Erzurum'daki Rus Kuvvetleri Komutanı Albay Tverdokbelov'un anılarından şunları öğreniyoruz: 26-27 Şubat gecesinde 3 bin dolayındaki Türk'ün Ermeniler tarafından öldürüldüğünden ve Ermeni kökenli Rus subaylarının bu katliama yardımcı olduklarından yakınmış ve öldürme , ırza geçme, yağmalama olaylarının artması ve yakalananların Ermeni kökenli subay ve erlerce serbest bırakılması üzerine bir toplantı yaparak şunları söylemiştir: "Biz burada Ermenilerin Rus üniforması altında feci cinayetler işlemeleri için değil, Rusya'ya hizmet için kaldık. Eğer Ermenilerin barbarca ve vahşice davranışları son bulmazsa şehri terk etmemize izin verilmesinde ısrar edeceğiz. Ermeniler Rus subayları aldatarak kıyım yaptılar. Ermeni ileri gelenleri soykırımın önüne geçebilirdi."
- Savaş sonrasında Suriye'yi işgal eden ve 10 bin kadar Ermeni gönüllü kullandığı bilinen Fransızların Suriye'deki Genel Komutanı General Gourand 25 Kasım 1920'de Fransa'ya gönderdiği ve İngiltere Dışişleri arşivinde bulunan raporunda, "Ermenilerin Türkleri katlettiğini" bildirir. İngiliz Dışişleri yetkilisi D.G.Osborne rapora şu notu düşer:
"Evet, ancak Ermeniler ve sempatizanlarının yaydıkları hikayeleri düzeltmek için artık çok geç".
-Bütün art niyetlerine karşın İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon Lordlar Kamarasında şöyle diyordu:"Ermeniler bazı kişi ve çevrelerin kabul ettiği gibi masum birer kuzu değillerdir ve şu anda elimde Ermenilerce Türklere karşı girişilen kanlı olayları gösteren belgeler bulunmaktadır.
- Doğrudan bizimle ilgisi bulunmayan, ancak Ermenilerin soykırım savlarının saptırılmış gerçeklere, düzmece belgelere ve yalanlara dayandığı görüşünü destekleyebilecek bir yapıt da Gürcü yazar İlya Çavçadze'nin 1902 yılında yayınladığı " Ermeni Bilginleri ve Feryat Eden Taşlar"adlı yapıtıdır. Bu yapıtı konu alan Yrd.Doç.Dr.Nesrin Sarıahmetoğlu'nun "Stratejik Analiz" Dergisinin Aralık 2000 sayısındaki makalesinden öğrendiğimize göre, İlya Çavçadze bu yapıtında, Ermenilerin Gürcü varlığını yok saydıklarını, bu amaçla eski Gürcü anıtlarındaki yazıları silip yerlerine Ermenice yazılar yazarak bunların Ermeni yapıtları olduklarını göstermeye çalıştıklarını, Ermeni söylencelerinde kendilerini dünyanın en eski halkı olduklarını, çok eski zamanlardan beri Kafkasya'da yaşadıklarını ileri sürdüklerini, bunun doğru olmadığını, Ermeni adının da Kafkasya'da daha önce yaşamış olan Ermeni adındaki başka bir kavimin adının benimsenmesiyle ortaya çıktığını ileri sürmektedir.
- I.Dünya Savaşında ve öncesinde Osmanlı Devletine karşı İngilizlerin azınlık politikasını yürüten ve bu alanda çeşitli tertiplerin düzenleyicisi olan, Ermenilerin kışkırtılması hususunda etkin rol oynayan İngilizlerin Orta Doğu uzmanı Sir Mark Sykes 'ın Ermeniler hakkındaki şu ilginç sözlerine bakalım : Ermenileri ( abominable-nefretlik) olarak niteleyen Sykes; "Ermeni, en açık kalpli insanda bile zaptedemeyeceği nefret ve tiksinti uyandırır. Korkaklığı, yalancılığı ve en basit işlerde bile entrika aşkı, tefeciliği ve hainliği öylesine bir kötü karakter tablosu çizmektedir ki, ona acımak veya onun hakkında dengeli bir karara varmak mümkün olmamaktadır". Ayrıca, Anadolu'yu gezip gördüklerini Dar-ül-İslam adlı kitabında yazan Sykes, "Ermeni patırtılarını utanç verici serserilik olarak nitelemekte ve Avrupa güçlerinin bu ajan provokatörleri koruduğunu belirterek, "bunlar hak ettikleri gibi asılsalardı olaylar biran önce kapanırdı" diyor ve Osmanlı İmparatorluğu dört bir yanda düşmanlarca tehdit edilirken hükümetin içerdeki bir ihtilali hoş karşılamamasının normal olduğunu" yazıyordu.
- Yukarıda verilen örnekleri bir hayli çoğaltmak mümkündür.Ancak bu kadarı bile Ermeni iddialarının gerçekle ilgisi hakkında sanırım yeterli bilgi vermektedir.
Öyle anlaşılıyor ki Ermenilerin düzmece düş uğruna amaçladıkları yöndeki etkinlikleri sürüp gidecek ve aklı başında, gerçekleri görebilen hakçıl siyasetçilerin var olmadığı sürece Ermeni safsatası bizi rahatsız etmeyi sürdürecek.Önce Osmanlıya sonra Türkiye Cumhuriyetine ve özellikle en zayıf zamanlarında musallat olan bu illete karşı gecikmeksizin önlemler alınması gerekiyor.
Bu konuda kısa süreli, geçici tutumlar yerine sağlam temele dayalı, sürekli ve dünya kamuoyunu etkileyecek, savımız ve savunmamız hakkında kuşku bırakmayacak saydam bir düzen içerisinde çalışılması zorunludur. Böyle bir düzenlemeyi sağlayacak gerekli önlemlerin alınmasının güç olmayacağını düşünüyorum.
Kanımca, bir süre önce İstanbul'da konferans vermiş olan Amerikalı bilim adamı Prof.Mc Carthy'nin önerdiği gibi, uluslararası bir tarihçiler ve uzmanlar komisyonu kurularak gerçeklerin belirlenmesi ve komisyonda birlikte çalışılması için Ermenilere çağrıda bulunulması yararlı olabilir. Böyle bir komisyonun alacağı sonuçların dünya kamuoyuna duyurulması ve kabul ettirilmesi herhalde çok kolay olacaktır.Ancak gerçeğin ortaya çıkacağı ve ellerindeki propaganda kozunu kaybedecekleri endişesiyle Ermenilerin böyle bir komisyona katılmaya gönüllü olmayacaklarını sanıyorum. Nitekim bir süre önce Ankara'da yapılan tarihçiler konferansına çağrılan Ermeni tarihçiler bahane ileri sürerek bu toplantıya katılmamışlardır.
Prof. Dr.Yusuf Halaçoğlu'nun bir süre önce yayımladığı "Ermeni Tehciri ve Gerçekler" başlıklı kitabında belirttiği gibi, Osmanlı arşivleri bir çok kimsenin ileri sürdüğünün aksine sözde Ermeni Soykırımı hakkında araştırma yapacak bilim adamlarına tamamen açıktır. Öte yandan Prof.Halaçoğlu'nun saptamasına göre, Ocak 1998-2001 yılı başına kadar son üç yıl içerisinde 52 ülke araştırmacıları tarafından 549 araştırma yapılmış ve bunların içinde Ermenilerle ve özellikle tehcirle ilgili herhangi bir araştırma yapılmamış veya bu konuda izin talebinde bulunulmamıştır. Prof.Halaçoğlu, Amerikalı ve Batılı tarihçilerden kurulacak bir ortak komisyonun Türk tarihçileri ile birlikte konuyu bütün ayrıntılarıyla incelemesinin de ilgili taraflarca kabul edilmesi hususunda umutsuz görünmekte ve bunu kanıtlamak üzere 1919 yılında Osmanlı Hükümetinin Batılı Devletlerden talep ettiği ikişer tarafsız hukukçunun tehcir konusunu araştırması teklifinin reddedildiğini anımsatmaktadır. Prof. Halaçoğlu ayrıca, 1.5 milyon Ermeni'nin öldürülmüş olması halinde bunlara ait toplu mezarların bulunmasının gerekeceğini, ancak Ermenilere ait herhangi bir toplu mezarın bulunmadığını, buna karşılık Ermenilerin katlettiği Türklere ait toplu mezarların ortaya çıkarıldığını vurgulamaktadır.
Bu genel çerçeve içerisinde ayrıntılar dikkatle saptanarak uzman kimselerce yürütülecek yöntemlerin biran önce belirlenmesi ve uygulanması önem taşımaktadır. Çünkü bir düşün ardından koşan Ermenilerin, kendilerini kullanan güçlerin ve kendi aydınlarının emellerine araç olmayı sürdürecekleri ve taşeronluk uğruna geçmişte uğradıkları kayıpları, çektikleri acıları idrak edecek yeteneğe kavuşmalarının, gerçeği görüp aklın sesini duymalarının bir hayli uzun zaman alacağı anlaşılıyor.
1915 Ermeni Tehciri
Gönderen
Tarihâne
8 Nisan 2009 Çarşamba
0 yorum:
Yorum Gönder