YAVUZ SULTAN SELİM HAN’IN HAYATA MERHABASI





Milâdi 1470 yılıdır…Tenden kopan can sancısı Gülbahar Hatun’u kıvrandırırken,Amasya Sancakbeyi Şehzade Bayezid’in kapısına bir müjde dayandı.Açılan kapı aralığında beliren dervişi pek ciddiye almayacaklardı,ama müjdesi bir şeyler söylüyordu…: “Bugün,bu hanedanın bir erkek çocuğu doğacak,vücudunda yedi ben olacak,padişahlığa çıkıp vücudundaki ben sayısı kadar hükümdar yenecektir.” O günlerde “Amasya Sancakbeyi Şehzade Bayezid” ünvanını taşıyan baba için bu,müjdelerin en büyüğüydü.Hele “Selim” adını verdiği küçük şehzadesinin vücudunda dervişin belirttiği gibi yedi ben sayısınca,sevincin zirvesine çıkmıştı..Ancak padişah olduktan ve bir zamanların benli şehzadesiyle baht mücadelesine giriştikten sonra müjde,yüreğinde belli belirsiz bir korkuya dönüşecek,zaman zaman bunu hatırlayıp “Kaderin önüne geçilmez!”diye mırıldanarak,sonunda kaderine boyun eğip tahttan feragat edecekti.Kaderin neler hazırladığını kim bilebilirdi?…. “Cihangir Selim’i babasının üçüncü oğlu olmaktan çıkarıp tahta yürüten ve tahtta sıradan bir padişahlıktan çıkarak “Yavuz”laştıran örgüsü bebekliğinden itibaren başlayan mükemmel bir terbiye ve eğitim…Babası “Yavuz”u küçük yaşlarından itibaren elinden tutup hayatının yaşaması gerekli kısımlarını bu devrelerden başlayarak vermiştir….Gülbahar Hatun ki “Yavuz”un mertliğinin hamuru…. Çocuk ruhuna ilmin tekâmül zırhını giydiren hocaları Molla Muhyiddin, Taşköprülü Muslihüddin Mustafa Efendi ve Molla Halimî;ona tarih,fen ve edebiyat dersleri verdiler.Bir yandan müspet ilimleri öğrenirken,öte yandan siyaset ve askerlik öğreniyor,bir dakikasını dahi boş geçirmeden derin bir susamışlık içinde kendini derslerine verip mükemmele ulaşmaya çalışıyordu. Giriftlikten hoşlanmaz,daima kestirme yolu tercih ederdi.Söylemek istediği her şeyi doğrudan doğruya söylerdi.Belirli bir yaşa geldiğinde,ataları gibi sakal uzatmasını isteyenlere verdiği cevap meşhurdur: “Babam gibi sakalı ele vermek istemediğim için uzatmayacağım!” şehzade Selim’e göre babası Sultan II.Bayezid,sakalı, Şah ismanil’in eline vermişti.”Babacığım”hitabıyla başlayan mektuplarına kanıp Anadolu’da şahın yapmak istediklerini görememesi,bunun deliliydi.Her konuda eğitimini tamamlayıp mükemmele yaklaştığında tayin edildiği Trabzon valiliği boyunca şah oğlunu gözleyecek,aktif politikası karşısında babasının pasifliğine kahırlanarak sık sık kükreyecekti: “Şah oğlu lâyığını bulmalı!” Trabzon’dan babasına mektuplar yazarak bu konuları konuşmak üzere randevu isteyecek, “Pederimle görüşüp ahval-i devleti şifahen arz atmek mukteza-yı maslahattır.” Diyecek,ancak her seferinde reddedilecekti.Çünkü padişahın ve sadrazamı Hadım Ali Paşa’nın maksadı,Amasya Sancakbeyi Şehzade Ahmed’i tahta oturtmaktı.Bu bakımdan Selim’in fazla parlamasını istemiyorlar,bunun için de mümkün mertebe payitahtın uzağında tutmaya çalışıyorlardı. Şehzade Ahmed,babasının “sevgili oğlu”ydu.Geleneklere pek de uymadığı hâlde “veliaht” ilân edilmek istenmiş,ama Selim bunu önlemişti.Selim’in oğlu ( istikbâlin Kanunî Sultan Süleyman’ı ) 14 yaşına gelip Bolu sancağına tayin edildiğinde Şehzade Ahmed itiraz etmiş; “Bu oğlan benüm yolum üzerinde n’eyler?” diyerek padişahın tasarrufuna karışmıştı.Maksadı açıktı:Babasının ölmesi halinde diğer şehzadelerden önce İstanbul’a ulaşıp tahta geçmek…Ve yeğeni Süleyman’ı, “yol üzerinde bir engel” olarak görüyordu.Bunun üzerine padişah iradesini değiştirmiş, küçük şehzadeyi Kırım’da Kefe Sancakbeyliğine göndermişti.Tabii bu da şehzade Selim’in yüreğine taş gibi oturmuştu.

0 yorum:

Yorum Gönder