Abdülmecid Han


Osmanlı hanedanından otuz birinci padişahtır. II. Mahmut ile Bezmiâlem Sultan’ın oğludur. 23 Nisan 1823 (11 Şaban 1238)’de doğdu. 3 Temmuz 1839 (19 Rebiyülahır 1255)’da Osmanlı tahtına çıktı. Bu sırada devlet türlü tehlikeler içinde bulunuyordu. II. Mahmut’un son zamanlarında Osmanlı orduları Mısır valisi Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine üst üste yenilmiş ve imparatorluğun yaşaması ancak Avrupa devletlerinin rekabetinden ileri gelen, yardımlarına bağlı kalmıştır. Genç padişah sadrazamlığa getirdiği Hüsrev Paşa’nın yaptıklarını unutacağını ve affettiğini söyleyerek Mısır meselesini yumuşaklıkla yatıştırmak istemiştir. Oysa Nizip bozgununun haberi, İstanbul’a, cülustan dört gün sonra gelmiş ve Kaptan-ı derya Ahmet Fevzi Paşa, rakibi olan Hüsrev Paşa’nın düşmanlığından korkarak Mısır’a kaçıp donanmayı Mehmet Ali’ye teslim etmiştir. Devletin ordusuz ve donanmasız kaldığı ve Babıâli bir karar ve hareket için yabancı devlet elçilerinin ağızlarına baktığı sırada Londra elçiliğinde bulunan Mustafa Reşit Paşa’nın cülusu tebrik vesilesiyle İstanbul’a dönmesi ve padişahı Tanzimat Fermanı’nın ilanına razı etmesi Abdülmecit’in ilk saltanat yıllarında gerçekleşmiştir. Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 günü ilân edilmiştir. Mustafa Reşit Paşa fermanı Sultan Abdülmecit ile vükelâ, ulemâ, yabancı elçilerle halk huzurunda ve Gülhane Meydanındaki kasırda okunmuştur. Fermanda şahsî hürriyetler yani can, mal ve namus emniyetinin yeni kanunlarla teminat altına alınacağı vaat ediliyordu. Yeni kanunların yeni kurulan meclisler tarafından hazırlanarak padişah tarafından onaylanacağı belirtiliyor, böylece hükümdarın temsil ettiği siyasî iktidara bu meclisler de iştirak ettiriliyordu. İnsancıl esasları kapsayan bu ferman, Batı’da iyi tesir yapmış ve Mısır meselesinin de hallini kolaylaştırmıştır. Mehmet Ali’yi tutan Fransa’nın müzakere dışı bırakılması suretiyle İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında Londra Mukavelesi (15 Temmuz 1840) imzalandı. Antlaşmanın imzalanmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte hareket eden devletler, Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı hakimiyetine bağlanmasını sağladılar.

Bundan sonra Fransa’nın da katılmasıyla Londra’da imzalanan Boğazlar Antlaşması da (1841) Boğazlar üzerinde Osmanlı hâkimiyetini tasdik etmiştir.

Avusturya’ya karşı 1848′de ayaklanıp Rus kuvvetlerinin yardımıyla mağlûp olan Macar ihtilâlcilerinin bir kısmı Osmanlı topraklarına sığınmışlardı. Mültecilerin teslimi için Avusturya ve Rusya Babıâli’yi tazyik ettikleri halde Reşit Paşa’nın himmetiyle Macar ihtilâlcileri teslim edilmedi. Sultan Abdülmecit devrinin önemli olaylarından biri olan bu mukavemet, İngiltere ve Fransa’da Osmanlı Devleti lehine pek iyi bir tesir yaptığı gibi Macarlar arasında Türklere karşı derin bir sevginin uyanmasına da sebep olmuştur. Macar ihtilâlinin akisleriyle ve Rusya’nın da teşvikiyle Eflâk ve Boğdan’da Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ayaklanmalar oldu. Ayaklanmayı bastırmak üzere Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa kuvvetleri harekete geçince Ruslar da Boğdan’a girdiler. Fakat zamanın şartlarını savaş açmaya elverişli görmeyen Ruslar daha ileri gidemediler ve Babıâli ile 1849′da Baltalimanı Mukavelenamesi’ni (Antlaşması) imzaladılar ki bu mukavele Eflâk ile Boğdan’da Osmanlı Devleti’yle Rusya’ya müşterek bir işgal hakkı veriyordu. Sultan Abdülmecit devrinin en önemli olayları arasında Kırım Savaşı’yla ondan sonra yapılan Paris Antlaşmasını kaydetmek gerek tir. Kudüs ve civarında Hıristiyanlarca kutsal sayılan ve Katolikler ile Ortodokslar arasında bir türlü paylaşılamayan imtiyazlar meselesi tekrar canlanmıştır. Fransız Cumhurbaşkanı Louis-Napoleon, Katoliklere hoş görünmek için bazı taleplerde bulunduğu gibi Osmanlı tabiiyetindeki Ortodoksların koruyucusu kesilen Rusya da bu işe karışmıştır. İstanbul’a gönderilen Rus fevkalâde elçisi Prens Mençikof’un istedikleri ret olunduğundan Rusya, Eflâk ve Boğdan’ı işgale kalkıştı. Babıâli.de Rusya’ya savaş ilân etti (1853). Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın Tuna cephesinde başarılı hareketlere girişmesiyle başlayan savaş, Rusların Silistre kuşatmasında yenilmeleriyle devam etti. Fakat Ruslar Sinop Limanı’nda bulunan Osmanlı donanmasını birdenbire basarak yakmayı başardılar. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’yle tedafüi ve tecavüz! (müdafaada ve saldırıda birlik) bir ittifak anlaşması imzalayarak (12 Mart 1852) savaşa girdiler. Daha sonra Sardunya Krallığı da Rusya aleyhine olarak bu savaşa karıştı. Müttefikler bir yıla yakın kuşattıkları Sivastopol’ü zaptetmeye muvaffak oldukları sırada Ruslar da Anadolu’da Kars’ı ele geçirmişlerdi. Savaş sırasında Avusturya’nın da katılmasıyla yapılan görüşmeler sonucunda barışın esas şartları belirlenerek Ruslara kabul ettirildi.

Bunun üzerine Paris Kongresi toplandı. Avrupa büyük devletleri delegelerinin bulunduğu bu genel kongrede hazırlanan anlaşma metni 20 Mart 1856′da imzalandı.

Paris kongresinden biraz evvel Sultan Abdülmecit Gülhane Fermanı’nı tamamlayan ve teyit eden bir Islahat Fermanı neşretti (18 Şubat 1856) . Bu ferman, Hıristiyan tebaanın şahıs ve mal emniyetini, onların mezhep ve tedrisat hürriyetlerini teyit ediyor, bütün tebaanın eşitliği kabul edildiği gibi Türk ve Müslüman olmayanların dahi memurluklara ve askerlik hizmetlerine girebileceklerini bildiriyordu. Sultan Abdülmecit, cülusundan itibaren siyasî güçlüklerden fırsat buldukça ıslahata ve özellikle eğitim alanında yeniliklere girişmekten geri durmamıştır. 1841′de Sultanahmet Camii içinde “Mekteb-i Maarif-i Adlî” adıyla ilk rüştiye açılmış, daha sonra İstanbul’un beş yerinde rüştiye kurulmuş ve 1852 ‘de de 25 il merkezinde rüştiyeler açılmıştır.

Rüştiyelerin üstünde olmak üzere Bezmiâlem Valide Sultan’ın yaptırdığı şimdiki İstanbul Kız Lisesi binasında “Darül-Maarif” adıyla lise derecesinde bir okul kurulmuştur. Sultan Abdülmecit hemen bütün okulların açılmalarında, imtihanlarda diploma dağıtılması, cami derslerinde icazet verilmesi gibi merasimde hazır bulunur ve okutanlarla okuyanları teşvik ederdi.

1845′de Darülfünun (üniversite) binası yapılmasına başlandı ve açılacak üniversitenin öğretmenlerini yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderildiği gibi kitaplarını hazırlamak üzere bir Encümeni Dâniş (İlim Akademisi) kuruldu (1851) .Paris’te tahsilde bulunan gerek sivil, gerek askerî öğrenciler için “Mekteb-i Osmanî” adıyla bir okul da kurulmuştur. Yine bu zamanlarda Harbiye Mektebi için Fransa’dan öğretmenler getirildi. 1848′de ilk Darü’l-Muallimin ve 1858′de orta derecede olmak üzere ilk Mülkiye Mektebi kuruldu. İz mit Kâğıt Fabrikası da 1847′de yapılmış, üzerinde “eser-i cedid” damgası bulunan kâğıtları imal etmeye başlamıştır.

1846′da Mehmet Ali Paşa’nın padişah idaresine güven duyarak İstanbul’a gelişi, Osmanlı Devleti’nin içte ve dışta itibarım ve nüfuzunu arttırmıştır. Bu olay, hariciye nazırlığından sadrazamlığa yükselen Mustafa Reşit Paşa için bir mükâfat sayılmaktadır.

Paris Antlaşması’ndan sonra Adliye ve Maarif Nezareti kurulmuş, yeni kanunlar yapılmış, Avrupa ile ticarî ve malî münasebetler artmıştır. Avrupa’dan yapılan borçlanmaların bir kısmıyla faydalı eserler meydana getirilmişse de büyük bir kısmı da saraylar ve kasırlar yapılmasına harcanmıştır. Yenibahçe’deki Guraba Hastanesi’yle Haseki Kadın Hastanesi bu dönemin eserlerindendir. Hırka-i Şerîf’te ve Ortaköy’de yapılan iki minareli camilerle Yahya Efendi civarında ve Teşvikiye’de meydana getirilen birer minareli camiler, Harbiye ve Bahriye mektepleri, Mecidiye adını taşıyan kışlalar, Dolmabahçe Sarayı gibi İstanbul’un başlıca binaları, Sultan Abdülmecit zamanının eserleridir. Saraylar, kasırlar, düğün ve eğlenceler için yapılan harcamalar, halk arasında kötü söylentilere sebep olduğu gibi memleketin bir çok yerinde karışıklıklar da baş göstermiştir.

Bunlar arasında 1860′da Suriye’de Dürziler ile Maruniler arasında çıkan çarpışmaya Fransızlar müdahale etmiş ve bu kargaşalığı Fuat Paşa’nın şiddetli icraatı yatıştırmıştır. Eflâk ve Boğdan’la Karadağ’da da bazı ayaklanmalar olmuştur. Meşhur Cizre Emîri Bedirhan Bey 1846′da İstanbul’a getirilmiş ve Kürdistan’daki isyanın bastırılmasına hizmet edenlere mahsus bir de nişan ihdas olunmuştur.

Abdülmecit’in ölümünden biraz önce özellikle malî buhranların tesiriyle onun tahtından indirilmesi için gizli bir teşebbüs yapılması bu padişaha karşı ilk zamanlarda duyulan sevgi ve güvenin gittikçe azaldığını gösterir. Sultan Abdülmecit, 25 Haziran 1861′de tutulduğu veremden ölmüş ve Sultan Selim Türbesi’ne gömülmüştür. Sultan Abdülmecit nazik, yumuşak ve zekî olmakla beraber zayıf ve gevşek bir hükümdardı. Islahata samimi taraftar olmakla beraber bunları kendi başına ilerletecek kudrete sahip değildi. Fakat saltanatında Mustafa Reşit, Ali ve Fuat paşalar gibi kıymetli devlet adamlarının bulunması talihini ve onları iş başına getirmesi de dirayetini ispat eder.

Bazı kusurlu ve zayıf taraflarına rağmen uyanık ve hamiyetli devlet adamlarını kullanmak hususundaki dirayeti sayesinde Abdülmecit’in saltanatı XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin nispeten itibarlı bir dönemidir. Abdülmecit’in oğullarından V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet (Reşat) ve VI. Mehmet (Vahdeddin) sıra ile tahta çıkmışlardır.

1.Ahmet Han


Osmanlı hanedanından on dördüncü padişahtır. III. Mehmet ile Handan Sultan’ın oğludur. 18 Nisan 1590′da (22 Cemaziyelahir 998) Manisa’da doğdu. 22 Ocak 1603 (18 Recep 1012)’de tahta çıkmıştır. Bâyezid ile başlayan ve Fatih ile kanunlaşan kardeş öldürme geleneğini kaldırmış, bu suretle büyük oğlun saltanata geçmesi usulü yerine hanedanın en yaşlısının tahta çıkması usulünü koymuştur. Böylece ölümünden sonra Osmanlı tahtına kardeşi Mustafa geçmiştir.

Yönetimi büyük bir enerji ile eline alan I. Ahmet, III. Murat ve III. Mehmet zamanlarında devletin siyasetine karışmak suretiyle fena sonuçlara sebep olan büyükannesi Safiye Sultan’ı saraydan uzaklaştırmıştır. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğa İran ve Avusturya ile savaş halinde bulunuyordu. İranlılar Erivan, Akçakale ve Kars’ı almışlardı. I. Ahmet Cağalazâde Sinan Paşa’yı Doğu, Sadrazam Malkoç Yavuz Ali Paşa’yı da Avusturya cephesi komutanlığına göndermiştir. Sadrazam’ın Belgrat’ta ölmesi üzerine Lala Mehmet Paşa sadrazamlığa getirilmiş ve bu cephenin komutanlığı da kendisine verilmiştir. Yeni sadrazam Budin üzerine yürürken Avusturyalılar ‘ın çekilmesi üzerine Peşte’ye giderek düşman tarafından tahrip edilen köprüyü tamir etmiş ve Vaç Kalesi’ni almıştır. Estergon’u kuşatmış, alamayarak geri dönmüştür.

İran cephesi komutanı Cağalazâde Sinan Paşa 1604 yılı Haziran’ında hareket etmiş ve Anadolu’da Celâlilerin kimisini şiddet ve kimisini de güzellikle elde ederek Osmanlı ordusunu kuvvetlendirmiştir. Osmanlı ordusunun yaklaşması üzerine Şah I. Ab-bas geri çekildiğinden Sinan Paşa Karabağ’da kışlamak istemiş ise de orduda ileri gelenler buna itiraz etmişler, bu yüzden Van’a çekilmiş ve askerini, kışı geçirmek üzere elverişli gördüğü yerlere dağıtmıştır. Şah I. Abbas, bunu fırsat sayarak ansızın Van’a saldırmış, Sinan Paşa güçlükle Erzurum’a kaçabilmiştir.

Sinan Paşa, ilkbaharda yeniden ileri atılmış, Selmas’ta İran kuvvetleriyle karşılaşmıştır. Başkomutan’ın emrini dinlemeyen Erzurum Beylerbeyi Köse Sefer Paşa, arkasından gelenlerle birlikte düşman ordusunun üzerine atılmış, ilk saldırıda başarı kazanmışsa da, sonra yenilmiş ve savaş alanında ölmüştür (9 Eylül 1605). Bu yenilgi Osmanlı ordusunun manevî kuvvetini sarsmış, ordunun büyük bir kısmı emir beklemeden dağılmıştır. Yanında ancak birkaç bin yeniçeri ve sipahi ile kalan Sinan Paşa, Van’a çekilmek zorunda kalarak burada kederinden ölmüştür. İranlılar bu savaş sonucunda Gence ve Şirvan’ı işgal etmişlerdir.

Osmanlılar ve Avusturyalılar uzun süren harpten yorulmuşlardı. Fakat Osmanlılar Estergon’un alınmasını lüzumlu gördüklerinden Sadrazam Lala Mehmet Paşa’nın komutası altında yeniden sefere çıkılmış, 4 Kasım 1605′de Estergon alınmıştır. Bu arada Bocskai da Uyvar’ı almış Tiryaki Hasan Paşa da Wessprim ile Palota’ya girmiştir. Bu başarılar üzerine Lala Mehmet Paşa tarafından Peşte’de Bocskai’a törenle Erdel ve Macar tacı giydirilmiştir. Lala Mehmet Paşa, Anadolu’daki Celâklerin yaptığı zorbalıklar yüzünden, bu başarıları yeter görerek geri dönmek zorunda kalmıştır. Lala Mehmed Paşa, Avusturya’ya karşı bir sefer daha yapmak ve bütün Macaristan’ı elde etmek amacında iken, Derviş Paşa’nın çevirdiği entrikalarla Doğu cephesine atanmıştır. Sadrazam buna çok üzülerek, hasta düşmüş, bir zaman sonra da ölmüştür. Yerine Derviş Paşa sadrazam olmuştur.

Avusturya cephesinde Kuyucu namı ile andan Murat Paşa komutanlık etmiş ve bu cephede barış yapmak yetkisi de kendisine verilmiştir. Kuyucu Murad Paşa her şeyden önce Anadolu’da Celâli ayaklanmasını bastırmanın doğru olacağına inanmış bulunduğundan, Budin’e giderek düşmanla barış hususunda anlaşmış ve Budin Beylerbeyi Kadızade Ali Paşa ile Budin Kadısı Habil E fendi’yi bu iş ile görevlendirmiştir. Osmanlı ve Avusturya delegeleri Komorn ve Estergon arasında bulunan Zitvatorok’ta toplanmışlardı. Buraya Bocskai’nin elçileri de gelmişlerdi. Bu suretle 1606 yılının Kasım’ında, Osmanlı imparatorluğu için bir dönüm noktası olan, eşit şartlar altında 17 maddelik Zitvatorok Antlaşması yapılmıştır.

I. Ahmed zamanında Celâlî ayaklanmaları genel bir olay şeklini almış, tımarlı sipahi teşkillerinin düzeni tamamıyla bozulmuş, bunların yerine Seğmenler türemiş, güvenlik fena bir duruma girmiştir. Celâliler ile ancak Zitvatorok Antlaşmasından sonra ciddi bir şekilde ulaşılabilmiştir. Bu işle Kuyucu Murat Paşa ve emrinde bulunan Kanije kahramanı Tiryaki Hasan Paşa uğraşmışlarda:.

Kuyucu Murat Paşa, Celâlîlerin en tehlikelisi olan Canbulatoğlu Ali Paşa’yı yok etmeye karar vermiş, yolda Muslî Çavuş ve Cemşid adlı Celâlî başlarının kuvvetlerini dağıttıktan sonra 1607 yılı Ekimi’nde Beylân’da Dürzi Emîri Maanoğlu Fahreddin’in de yardım ettiği Canbulat’ın kuvvetlerini büyük bir bozguna uğratmıştır (24 Teşrin-i evvel 1607). Canbulat bu yenilgiden sonra, Sultan Ahmet’e sığınmış, affedilerek Temeşvar’a atanmışsa da sonra Belgrat’ta öldürülmüştür.

Kuyucu Murat Paşa, Celâlî ayaklanmasının bastırılmasında çok kurnazca davranmış, bunların bazılarını büyük bir şiddetle yok ederken bazılarını da affeder gibi görünerek bu tehlikeli ve çetin işin bastırılmasını kolaylaştırmıştır. Bu arada Kalenderoğlu da affedilmiş ve Ankara sancağına atanmış ise de, şehrin kadısı Vildanzade Ahmet Efendi Kalenderoğlu ‘nun şehre girmesine engel olmuştur. Kalenderoğlu bir zaman sonra, eşkıyayı tepeleme hareketi yüzünden, kendisine katılanlarla kuvvetlenerek, Bursa ve Manisa dolaylarında korku^salmaya ve Üsküdar’a kadar bütün Anadolu’yu Osmanlı İmparatorluğundan ayıracağını söylemeye başlamıştır. Canbulat tehlikesini ortadan kaldıran Kuyucu Murat hemen Kalenderoğlu’nun üzerine yürümüş, Kalenderoğlu da kuvvetleriyle sadrazamı karşılamak üzere harekete geçmiştir. Göksün yaylasında, Alaçayır’da, meydana gelen savaşta Kuyucu Murat Paşa Celâlî kuvvetlerini dağıtmıştır (5 Ağustos 1608). Kalenderoğlu, arkasından gelenlerin pek azı ile İran’a’ kâçabilmiştir.

Sadrazam, bundan sonra yalnız Orta-Anadolu’da eşkıyayı temizleme hareketine girişmiş ve İçel’de Muslî Çavuş ve Saruhan’da Yusuf Paşa gibi kuvvetli Celâlî başlar mı da ortadan kaldırarak Anadolu’yu temizledikten sonra, doksan yaşında olduğu halde, I. Ahmet’in kendisine beslediği güven dolayısıyla, İran seferine çıkan ordunun başkomutanlığına atanmıştır. Kuyucu Murat Paşa İran’la uzlaşmak istemiş, fakat bunu başaramadan öldüğünden, yerine gelen Nasuh Paşa, Osmanlılara 200 yük ipek vermek ve Ferhat Paşa Antlaşması’na_ göre İran’dan alınan yerlerin bırakılması şartıyla, İran’la bir antlaşma yapmıştır.

Bu sırada Dürzî Emiri Maanoğlu Fahreddin ile Şam muhafızı Hafız Ahmet Paşa uğraşmış ise de, onu tamamıyla tepeleyememiştir. Osmanlı ordusu âsilere karşı Ayn Rahle’de, Merc Pasin’de başarı kapanmış; ancak Deyrülkamer’i zaptedememiştir.

I. Ahmet zamanında Akdeniz’in güvenliğini sağlamak hususunda da çalışılmış, Malta ve Floransa korsanlarıyla başarılı çarpışmalarda bulunulmuştur. Bu arada Kıbrıs sularında Malta korsanlarının 10 kalyonu ile çarpışılarak, bunların altısı ele geçirilmiştir. Bunların arasında Türklerin “Kara Cehennem” dedikleri çok büyük Bir kalyon da vardı (1609).

Osmanlı donanması Akdeniz korsanlarıyla uğraştığı sırada Kazaklar, Karadeniz’e inerek, Sinop’a baskın yapmışlar ve şehri yağma ederek kaçmışlardı. Karadeniz kıyıları muhafızı Şakşakî İbrahim Paşa, Kırım’dan da yardım alarak, haydutları Don Nehri ağzında beklemiş ve bunları darmadağın ederek, yağma edilen eşyanın büyük bir kısmını kurtarmıştır.

Yine bu sıralarda Lehistan’la Kazakların saldırganlığı yüzünden, savaş patlamak üzere iken, Lehlilerle anlaşılmış ve Dinyester Nehri üzerinde bulunan Bussa’da bir antlaşma yapılmıştır (Eylül 1617).

İran’ın yüklendiği 200 yük ipeği göndermemesi ve Osmanlı elçisi İncili Mustafa Çavuş’tan bir haber gelmemesi yüzünden, İran’a yeniden savaş açılmış, boşuna harcanan gayretlerden sonra, Nasuh Paşa Antlaşması’nın esasları üzerine I. Ahmet’in ölümünden biraz sonra, Serav Antlaşması yapılmıştır (Eylül 1618).

I. Ahmet uzun süren bir mide hastalığı sonunda ölmüştür. Yaratılıştan şairdi ve şiirlerinde Bahtî takma adını kullanırdı; hattatlığa da kabiliyeti vardı. Dindar olduğu, av ve cirit sporlarım sevdiği de söylenir. Bazı tehlikeli sipahi ayaklanmalarının bastırılmasında, Derviş ve Nasuh paşaların öldürülmelerinde gösterdiği azim ve şiddet devlet işlerinde kan dökmekten sakınmayacak kadar irade sahibi olduğunu gösterir.

Zamanında tütün tiryakiliği çok yayılmıştır. Yine bu devirde Eflâk ve Boğdan’a Fenerli Rumlardan voyvodalar atanmağa başlanmıştır. İstanbul’da mimar Mehmet Ağa’ya yaptırdığı cami Osmanlı mimarisinin en güzel anıtlarından biridir.





--------------------------------------------------------------------------------

VİYANA BOZGUNU

Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın vefatı üzerine, 5 Kasım 1676 tarihinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa getirildi. Rusya seferinin, yapılan barış antlaşmasıyla bitmesinden sonra, Macaristan'da Avusturya'ya karşı isyan edip tekrar Osmanlı Devleti himayesini isteyen Tökeli İmre (Emeric Thökely), Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Orta Macaristan Kralı ilan edildi.

Macarların lideri konumuna gelen Tökeli İmre, Avusturya kralı I. Leopold'a karşı direnişe geçti. Tökeli'nin Osmanlılardan yardım istemesi üzerine, bunu fırsat bilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana'yı kuşattı(14 Temmuz 1683).

60 gün süren kuşatma sırasında Viyana'ya 18 büyük yürüyüş gerçekleştirildi. Ancak büyük ve son saldırı için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sürekli bekliyordu. Bu arada Papanın çağrısı üzerine Lehistan Kralı Jan Sobiyeski Viyana'nın yardımına yetişti.

Düşmana 80 bin kişilik ordusuyla büyük moral ve güç kazandıran Lehistan Kralının gelmesiyle, Osmanlı Ordusu iki ordu arasında sıkıştı. Kırım kuvvetlerinin yeterli gayreti ve mücadeleyi göstermemesi üzerine, Osmanlı ordusu dağıldı ve büyük bir bozguna uğradı; ordu hızlı ve düzensiz şekilde Belgrad'a doğru geri çekildi.

İkinci Viyana Kuşatması'ndaki başarısızlık Sultan Dördüncü Mehmed'in Merzifonlu Kara Mustafa Paşaya olan güvenini sarsmadıysa da, düşmanları sadrazamı başarısızlığın tek sorumlusu olarak gösterdiler. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad'da idam edildi. Yerine Kara İbrahim Paşa sadrazamlığa getirildi.

Viyana önlerinde bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu geri çekilince düşman kuvvetleri Macaristan girdi. Sırasıyla Vişgrad (18 Haziran 1684), Uyvar (19 Ağustos 1685), Budin (2 Eylül 1686) kaleleri Avusturyalıların eline geçti. Diğer taraftan Venedik, Avusturya ile anlaşarak Osmanlı Devleti'ne karşı cephe açtı ve adaların bazılarını ele geçirdi. Venedik Yunanistan'da Patras, Korent, İnebahtı, Mizistre gibi önemli kalelere ve son olarak Atina'yı ele geçirdi (25 Eylül 1687).

İkinci Viyana Kuşatması'nın Osmanlı tarihinde önemi büyüktür. Şimdiye kadar bu denli büyük bir yenilgiye uğramayan Osmanlı Devleti artık gerilemeye başlıyordu. İkinci Viyana Kuşatması'ndan sonra Avrupa Devletleri Türkleri Avrupa'dan çıkarma umuduna kapılıp kutsal ittifakı kurdular.

Avusturya ve Venedik'e karşı alınan mağlubiyetler ve önemli kalelerin kaybedilmesi Osmanlı Devleti'nde büyük yankı uyandırmıştı. Ordu da isyanlar başladı. Askerler başarısızlığının sebebi olarak Sultan Dördüncü Mehmed'i suçluyorlardı. Askerlerin isteği ile sadrazam olan Siyavuş Paşa, bütün devlet adamlarının hazır bulunduğu bir toplantıda Sultan Dördüncü Mehmed'in tahttan indirilerek yerine Şehzade Süleyman'ın tahta geçirilmesine dair bir karar aldı. Sultan Dördüncü Mehmed 8 Kasım 1687 tarihinde tahttan indirildi.

VİYANA BOZGUNU

Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın vefatı üzerine, 5 Kasım 1676 tarihinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa getirildi. Rusya seferinin, yapılan barış antlaşmasıyla bitmesinden sonra, Macaristan'da Avusturya'ya karşı isyan edip tekrar Osmanlı Devleti himayesini isteyen Tökeli İmre (Emeric Thökely), Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Orta Macaristan Kralı ilan edildi.

Macarların lideri konumuna gelen Tökeli İmre, Avusturya kralı I. Leopold'a karşı direnişe geçti. Tökeli'nin Osmanlılardan yardım istemesi üzerine, bunu fırsat bilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana'yı kuşattı(14 Temmuz 1683).

60 gün süren kuşatma sırasında Viyana'ya 18 büyük yürüyüş gerçekleştirildi. Ancak büyük ve son saldırı için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sürekli bekliyordu. Bu arada Papanın çağrısı üzerine Lehistan Kralı Jan Sobiyeski Viyana'nın yardımına yetişti.

Düşmana 80 bin kişilik ordusuyla büyük moral ve güç kazandıran Lehistan Kralının gelmesiyle, Osmanlı Ordusu iki ordu arasında sıkıştı. Kırım kuvvetlerinin yeterli gayreti ve mücadeleyi göstermemesi üzerine, Osmanlı ordusu dağıldı ve büyük bir bozguna uğradı; ordu hızlı ve düzensiz şekilde Belgrad'a doğru geri çekildi.

İkinci Viyana Kuşatması'ndaki başarısızlık Sultan Dördüncü Mehmed'in Merzifonlu Kara Mustafa Paşaya olan güvenini sarsmadıysa da, düşmanları sadrazamı başarısızlığın tek sorumlusu olarak gösterdiler. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad'da idam edildi. Yerine Kara İbrahim Paşa sadrazamlığa getirildi.

Viyana önlerinde bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu geri çekilince düşman kuvvetleri Macaristan girdi. Sırasıyla Vişgrad (18 Haziran 1684), Uyvar (19 Ağustos 1685), Budin (2 Eylül 1686) kaleleri Avusturyalıların eline geçti. Diğer taraftan Venedik, Avusturya ile anlaşarak Osmanlı Devleti'ne karşı cephe açtı ve adaların bazılarını ele geçirdi. Venedik Yunanistan'da Patras, Korent, İnebahtı, Mizistre gibi önemli kalelere ve son olarak Atina'yı ele geçirdi (25 Eylül 1687).

İkinci Viyana Kuşatması'nın Osmanlı tarihinde önemi büyüktür. Şimdiye kadar bu denli büyük bir yenilgiye uğramayan Osmanlı Devleti artık gerilemeye başlıyordu. İkinci Viyana Kuşatması'ndan sonra Avrupa Devletleri Türkleri Avrupa'dan çıkarma umuduna kapılıp kutsal ittifakı kurdular.

Avusturya ve Venedik'e karşı alınan mağlubiyetler ve önemli kalelerin kaybedilmesi Osmanlı Devleti'nde büyük yankı uyandırmıştı. Ordu da isyanlar başladı. Askerler başarısızlığının sebebi olarak Sultan Dördüncü Mehmed'i suçluyorlardı. Askerlerin isteği ile sadrazam olan Siyavuş Paşa, bütün devlet adamlarının hazır bulunduğu bir toplantıda Sultan Dördüncü Mehmed'in tahttan indirilerek yerine Şehzade Süleyman'ın tahta geçirilmesine dair bir karar aldı. Sultan Dördüncü Mehmed 8 Kasım 1687 tarihinde tahttan indirildi.

II. Abdulhamit'in Hazırlattığı Petrol Haritası




Değerli arkadaşlar türkiye petrol denizi üzerinde bir gemi gibi adeta... Bu petrolün bugün çıkartılamamasının en büyük nedeni dış kuvvetlerdir... çünkü bu dış kuvvetler bir gün serv antlaşmasını gündeme getirerek türkiyeyi eski toprakları olan orta asyaya sürmektir. ama bu sadece akıllarda bir hayal olarak kalacaktır...

Sultan II. Abdülhamit'in 106 yıl önce yaptırdığı petrol rezervi çalışmasına göre, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Hakkâri gibi illerde de petrol rezervleri tespit edilmiş.

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nce basılan "Osmanlı Döneminde Irak" isimli kitapta II. Abdülhamit döneminde maden mühendisi Paul Groskoph'a yaptırılan petrol araştırmasının raporları ve haritaları yayımlandı. Musul, Kerkük, Bağdat ve Erbil'de gösterilen petrol yataklarının yanı sıra Diyarbakır, Mardin, Bismil, Siirt, Hakkâri gibi bugün Güneydoğu Anadolu sınırları içindeki petrol yatakları da tespit edilmiş.

Milliyet'in haberine göre bundan tam 106 yıl önce Sultan II. Abdülhamit, Hazine-i Hassa'dan, yani padişahın şahsi malından ödenek çıkararak geniş kapsamlı bir petrol rezervi çalışmasına girilmesi için emir verdi. Sultan'ın kendi parasıyla yaptırdığı çalışmada yabancı ve yerli mühendisler yer aldı. Musul ve Bağdat çevresinde, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yapıldı. Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi, çalışmalarını 22 Ekim 1901'de Sultan II. Abdülhamit'e rapor olarak sundu.

Dağlardaki petrol

Yakın zamana kadar içeriği hakkında pek fazla bilgi sahibi olunmayan "Sultan'ın petrol haritası", Güneydoğu Anadolu illerinde de petrol bulunabileceğini gösteriyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri belirlediklerini belirtiyor.

Heyetin başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek gezerek tespit ettiklerini aktarırken, takip ettikleri güzergâhı da isimlerine kadar raporda anlatıyor. Groskoph, Hakkâri, Bingöl, Siirt dolaylarında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu kaydediyor.

Dicle Nehri kıyısında suların yükselmesi nedeniyle bazı noktalarda yeterli araştırmayı yapamadıklarını da raporuna ekleyen Groskoph, nehrin kıyısı dışında, Dicle'nin kıyı şeridi boyunca uzayıp giden yüksek dağlarda da petrol bulunduğunu kaydetmiş.
Yine de o dönemin teknik imkânları açısından 900 metre yükseklikteki bu dağlardan petrolün çıkarılmasının zorluğuna değinerek, aynı zamanda bu yüksek dağlardan petrolün taşınmasının maliyeti artıracağına dikkat çekiyor.

Bitlis Çayı kıyısı

Güneydoğu Anadolu'nun tamamı ve Doğu Anadolu'nun bir bölümünü kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Botan Çayı etrafı, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri'de (Çölemerik) önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor.

Petrol araştırmaları buralarda yapıldı

Musul ve Bağdat havalisinde Dicle-Fırat nehirleri havzasında yapılan petrol araştırmalarının yerlerini gösterir harita


1 Diyarbakır
2 Mardin
3 Bismil
4 Hazro çayı
5 Sinan
6 Batman çayı
7 Dicle
8 Midyat
9 Bedran
10 Bitlis Suyu
11 Tulan
12 Siirt
13 Botan Çayı
14 Habur
15 Fındık
16 Cizre
17 Dehuk
18 Zaho
19 Habur Çayı
20 Çölemerik (Hakkâri)
21 Ahmediye
22 Bisan
23 Alkuş
24 Akra
25 Büyük Zap
26 Revanduz
27 Musul
28 Karakuş
29 Nemrut
30 Küçük Zap
31 Erbil
32 Köysancak
33 Altınköprü
34 Şargat
35 Hamrin Dağı
36 Kerkük
37 Taşhurmatı
38 Tavuk
39 Karadağ
40 Süleymaniye
41 Karadağ
42 Aksu
43 Tuzhurmatı
44 Kefri (Salahiye)
45 Deli Abbas
46 Tikrit
47 Samarra
48 Haso Çayı
49 Narib Suyu
50 Diyale Suyu
51 Ramadi
52 Felluce
53 Mendeli
54 Bakuba
55 Kâzımiye
56 Bağdat
57 Museyyeb
58 Hılle
59 Kerbela
60 Hit
61 Fırat
62 Anah
63 El-Kadim
64 Ebu Kemal
65 Meyadin

Ankara Savaşı


Osmanlı sultanı Yıldırım Beyazıt ile Timur Han'nın 1402 yılında Ankara'da yaptıkları savaştır.

Yıldırım Bayezit Han; Niğbolu zaferiyle Rumeli'de Osmanlı egemenliğini sağladıktan sonra, Anadolu'da birliği sağlamak için harekete geçti. Bu niyetle Aydın, Menteşe, Karaman ve İsfendiyaroğulları beyliklerine son verdi. Ancak bu beyliklerin başındaki beyler, Asya'da kuvvetli bir devlet kurup, batıya yönelen Timur Han'a sığındılar.

Aynı şekilde Timur Han'nın hükümdarlığına son verdiği Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf ile Tebriz hükümdarı Ahmed Bey de Yıldırım Bayezid'e sığınmış, Erzincan beyi Mütahharten de akrabalarını Yıldırım Bayezid'e göndererek yardım istemiştir.



Timur Han'a sığınan Anadolu beyleri, Osmanlı sultanı hakkında; Timur Han'nın işgalinden kaçan beylerde Yıldırım Bayezid'e Timur'la ilgili olmadık şeyler söyleyip kötüleyerek, her iki müslüman Türk hükümdarının arasını açtılar, iki taraf da karşılıklı kendilerine sığınanları kayırdılar. Timur Han, Yıldırım Bayezid'e mektup göndererek kendisine sığınanların geri verilmesini. Bu mektuplarda her iki hükümdarın birbirlerine hakaret dolu sözlere yer verdikleri bilim adamları döğrulamamaktadır. Bu gün bilinen hakaret dolu mektupların sahte olduğu bilinmektedir. Yıldırım Bayezıd, Timur Han'nın isteğını kabul etmeyince savaş kaçınılmaz oldu.

Timur Han, kuvvetli bir ordu ile, Anadolu içlerine doğru harekete geçti. Bunu haber alan Yıldırım Bayezid de, İstanbul kuşatmasını kaldırarak, kuvvetlerini Bursa'da toplamaya başladı. Bursa'dan hareket eden Osmanlı ordusu, iki koldan yürüyerek Ankara önüne geldi. Bu sırada Timur Han Sıvas'ı ele geçirmişdi.timur bir çok Anadolu Şehrini yakıp, yağmalamıştır. Onun, Sivas'da olduğunu haber alan Yıldırım Bayezid, ağirlıklarının bir kısmını Ankara'da bırakarak Akdağmadeni ve Kadışehri dağlık mıntıkaşında mevzi almak istedi, iki ordunun öncü kuvvetleri Sivas ve Tokat bölgelerinde karşılaştılarsa da, Osmanlı Sultanı Sivas ile Tokat arasındaki geçitleri tuttuğundan, burada karşılaşma yapmayı kendisi için tehlikeli gören Timur Han Kayseri'ye doğru yürüdü. Timur Han, Bayezid'i kendisine doğru çekmek istediyse de durumu anlayan Yıldırım Bayezid bu oyuna gelmedi ve yapacağı saldırının zamanını bekledi

Timur Han. Kırşehir üzerinden hızla Ankara önlerine gelerek kaleyi kuşattı. Kale koruyucusu Yakup Bey, kaleyi ölümüne korudu. Timur Han. Osmanlı ordusunun geleceğini düşündüğü yolu güvenceye aldı Osmanlı ordusu ise önün hıç beklemediği taraftan ve düşündüğünden çok erken Ankara önlerine geldi.

Osmanlı ordusunun merkezinde sultan Yıldırım Bayezid bulunuyordu. Yanında sadrazam Çandarlızade Ali Paşa, Şehzade İsa, Mustafa ve Musa Çelebiler yer alıyordu. Sağında bulunan Anadolu birliklerini Vezir Timurtaş Pasa, solunda yer alan Rumeli birliklerini Şehzade Şüleyman Şah yönetiyordu, yedek birliklerin başında da Şehzade Mehmed Çelebi bulunuyordu. Sol cepenin yedek birliklerini, Sırbistan Despotu ve Sultan'nin Kayınbirade'i Stefan Lazreviç'in yönetiminde yirmi bine yakın zırhlı sırp askeri meydana getiriyordu. Merkez Yedeğinde Karakoyunlular, sağ çepenin yedeğinde Karatatarlar denilen Türkleşmiş Moğollar[kaynak belirtilmeli](Savaşı Timur'un kazanmasındaki nedenlerden biride Timur'un Tatar kökenli olup Moğol Devletinin Generalı olmasıdır. Böylece savaşın ilerleyen zamanlarında Timur bu Tatar birliğını kendi yanına çekecektir.)[kaynak belirtilmeli] yer alıyordu. Ayrıca Şüleyman Şah'ın kumandaşında akıncı birlikleri de vardır. Osmanlı askerinin sayısı yetmiş binden fazladır.

Timur Han, ordusunun merkezinde yer almıştı. Törünü Muhammed Mirza, zırhlı ve atlı olan Maverahünnehir askeri ile yedekte idi. Diğer torunları Pır Muhammed ve İskender Mirza, Muhammed Mirza'nın yanında yer alıyorlardı. Sağ cepeye üçüncü oğlü Miranşah, sol çepeye ise dördüncü oğlu Sahruh Mirza kumanda ediyordu. Zırhlı otuz iki fil, ordunun önünde dizilmiştir. İkiye ayrılmış olan merkez kuvvetlerin sağ tarafına Timur Han'nın ikinci oğlu Ömer Şeyh Mirza, sol tarafına ise Emir Celal İslam yönetiyordu. Akkoyunlu sultanı Osman Bey ile Emir Cihan Şah'ın tümenleri sağ çepenin önünde yeralmıştı. Mütahharten Bey Karamanoğlü, Aydınoğlu, Menteşeoğlü, Germiyanoğlü, Saruhanoğlu ve Candaroğlü, sağ cepede bulumaktaydı. Çağatay sultana Mahmud Han, Timur'un yanında idi.

Muharebe günü sabah namazından sonra Yıldırım Bayezid, askerlerine kısa ve özlü bir konuşma yaptı. Fakat karşı taraf da Müslüman ve Türk olduğu için; askerin, Hıristiyan ordularına karşı gösterdiği başarıyı gösteremiyeceği ortada idi.

İki ordu, Ankara'nın kuzey doğusundaki Çubuk ovasında 28 Temmuz 1402 tarihinde karşılaştı. Burada, o devrin en büyük kumandanlarından ikisi arasında tarihin en büyük savaşlarından birisi oldu. Fil görmemiş Osmanlı atları ürktü. Osmanlı ordusundaki Kara tatarların aniden Timur tarafına geçip, Rumeli sipahilerinin arkasından ok atmaya başlamaları, Osmanlının saldırı gücünü kırdı. Bu sırada Osmanlı ordusundaki Karaman, Candar, Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhanlı sipahileri karşı tarafta bayrak açmış olan beylerini görünce, Timur Han'in tarafına geçtiler. Yıldırım Bayezid'in yanında az bir asker kaldı. Osmanlı ordusunun bir kısmı geri çekildı. Kara Timurtaş ve Firuz Paşalar, birlikleri tamamen bozuluncaya kadar dayandılar. Yıldırım Bayezid gün batarken üç bin kişi ile Çataltepe'de çenge devam ediyordu. Burada süren üç saatlık vuruşmadan sonra yenilgiyi anlayınca etrafındaki askerleri yararak kurtulmak istedi. Yıldırım Bayezid'in atı yaralanınca öğlu ile beraber Çağatay hani sultan Mahmüd Han'in kumanda ettiği birlik tarafından esir alındı.

Timur Han kendisini iyi karşıladı ve tesellide bulundu. Bir Osmanlı padişahına yaraşır şekilde, izzet ve ikramda bulundu. Timur'un, Yıldırım Bayezid'e iyi davranmadığıda bazı kaynaklarda geçer. Ancak tutsaklığın acısını çekemeyen Yıldırım Bayezid Han, kederinden ve nefes darlığından kırk dört yaşında vefat etti.(Bazı kaynaklara göre Timur Yıldırım'ın gözde hatunu ile evlenmiştir, bazı kaynaklara göre de Yıldırım kafes içerisinde Anadoluda gezdirilmiştir. Yıldırımın yüzüğü içerisinde ki zehiri içerek intihar ettiği de söylentiler arasındadır.)

Ankara savaşı ortaçağın en büyük meydan savaşıdır. İki yüz binden fazla Türk askeri birbiri ile savaşmiştir. Anadolu topraklarında iki Altay Kökenli ve Müslüman devlet araşında yapılmış olan büyük meydan savaşlarındandır. Ankara şavasının önemli sonuçları araşında; Anadolu Türk Birliği'nin parçalanması, Bizans ve istanbul fethinin elli yıl daha uzaması ve Osmanlı Devleti'nin gelişmesinin en azından yarım yüzyıl daha fazla gecikmesi sayılabilir.

Timur Han, Ankara savaşında kırk bine yakın zarar vermiştir. Oysaki o bu savaşa kadar altı binden fazla kayıp vermemiştir. Buna Osmanlı ordusundaki sevk ve idarenin kusursuzluğu sebeb ölmüştür. Bazı tarihçiler, Yıldırım Bayezid ile savaşdığı için Timur Han'ı haksız olarak kötülemekte, cenk sahasında olanları, zulüm ve ortalığı kana boyamak şeklinde bildirmektedir. Oysaki bunun iki devlet arasında bir egemenlik ve savaşı olduğu unutulmamalı, bu savaş tarafsız ele alınıp değerlendirilmelidir.

II. Kosova Savaşı


Balkanlar'daki Osmanlı Savaşları
Tarih 17 Ekim-20 Ekim 1448
Bölge Kosova, Sırbistan
Sonuç Osmanlı Zaferi

Taraflar
Osmanlı Devleti Macarlar'ın önderliğinde, Eflaklılar, Sicilyalilar, Almanlar, Lehler
Kumandanlar
II. Murat
Saruca Paşa
Dayı Karaca Paşa Hunyadi Yanoş
Güçler
15.000 40.000
Kayıplar
Yaklaşık 6.000 Yaklaşık 25.000
Kosova tarihi


Antik Çağlar[ Göster ]
Dardania


Orta Çağ[ Göster ]
I. Kosova Savaşı
II. Kosova Savaşı
Arnavut Ligası


Osmanlı Dönemi[ Göster ]
Prizren Vilayeti
Kosova Vilayeti
Prizren Ligası


Yakın tarih[ Göster ]
Kosova Sosyalist Özerk Bölgesi
Kosova Operasyonu
Kosova'nın Bağımsızlık Süreci


Özel konular[ Göster ]
Kosova'nın ekonomik tarihi
Kosova'nın askeri tarihi
Kosova'nın sosyal tarihi


Bu kutu: gör • tartışma • değiştir
II. Kosova Savaşı veya İkinci Kosova Meydan Muharebesi (17 Ekim-20 Ekim 1448) Sultan II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Macar kumandanı János Hunyadi önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir.

Varna yenilgisinin intikamını alma amacıyla savaş başlatmak isteyen János Hunyadi'nin topladığı Haçlı-Macar ordusu Kosova'ya geldi. II. Murad'ın barış önerisi reddedildi.

19 Ekim günü taarruza geçen Haçlı ordusu'nun öncü birlikleri Rumeli ve Anadolu atlıları tarafından yenilgiye uğratıldı. Osmanlı kuvvetleri'nin sağ ve sol kanatlarını taktik amaçlı geri çekilmiş gibi göstermesi üzerine Hunyadi Yanoş, Osmanlı ordusu'nun merkezini hedef alan ana taarruzu başlattı. Bu saldırıda da Osmanlı merkez kuvvetleri(özellikle Yeniçeriler)'nin direnişi kırılamadı. Bir çok Hristiyan soylu ve komutan öldürüldü.

Sağ ve sol kanatlarda geri çekilmiş Osmanlı kuvvetleri de yerlerini dolduran kuvvetlere hücuma başlayınca Haçlı ordusu dağılmaya başladı. János Hunyadi savaş meydanından kaçtı, ama daha sonra Sırplar tarafından çevrildi.

Savaş sonucu Balkanlar'da üst üste yenilgi alan Haçlı ittifakları saldırıcı güç toplamayı bırakıp savunmaya çekildi, Osmanlı ordularının karşısında duracak güç kalmadı. Osmanlı Balkanlarda taaruza, Haçlılar savunmaya geçti.

I. Kosova Savaşı

Balkanlar'daki Osmanlı Savaşları

I. Kosova Savaşı
Tarih 28 Haziran 1389
Bölge Kosova, Sırbistan
Sonuç Osmanlı Zaferi

Taraflar
Osmanlı Devleti Sırbistan Prensliği
Bosna Krallığı
Kumandanlar
I. Murat,
Şehzade Bayezit,
Şehzade Yakub,
Çandarlı Ali Paşa Lazar Hrebelyanoviç,
Vuk Brankovic,
Vlatko Vukovic
Güçler
50.000 25.000
Kayıplar
Yaklaşık 10.000-20.000 Yaklaşık 15.000-25.000
Kosova tarihi


Antik Çağlar
Dardania


Orta Çağ
I. Kosova Savaşı
II. Kosova Savaşı
Arnavut Ligası


Osmanlı Dönemi
Prizren Vilayeti
Kosova Vilayeti
Prizren Ligası


Yakın tarih
Kosova Sosyalist Özerk Bölgesi
Kosova Operasyonu
Kosova'nın Bağımsızlık Süreci


Özel konular
Kosova'nın ekonomik tarihi
Kosova'nın askeri tarihi
Kosova'nın sosyal tarihi


Bu kutu: gör • tartışma • değiştir
I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi (28 Haziran 1389) Sultan I. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir.

Osmanlılar'ın Balkanlar'daki ilerlemeleri ve Sofya, Niş, Manastır gibi önemli yerleri ele geçirmeleri Haçlı Seferi'nin düzenlenmesine sebep olmuştu. Vezir Çandarlı Ali Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, önce Bulgarları etkisiz hale getirdi. Osmanlı Ordusu ilerlerken Kosova'da Haçlılar ile karşılaştı.Haçlı ordusu Sultan Murat Hüdavendigar'ın okçu piyadeleri ile Sırp atlı süvarileri arasında ki muharebede, Sırp öncü süvarilerinin önce oklanarak kendilerinin ya da atlarının vurulması ile başlamış, daha sonra Osmanlı Piyadelerinin kılıçlarını çekerek bozulan Sırpları gün batımına kadar süren bir meydan muharebesinden sonra bölgede tarih sayfalarından silerek yüzyıllar sürecek olan Osmanlı Hakimiyetini yerleştirmiştir. Savaş bazı kaynaklarca iddia edildiği gibi top kullanılarak kazanılmamıştır. Çünkü o tarihlerde Osmanlı Devletinde kurulmuş bir topçu ocağı bulunmuyordu.

İki tarafın da büyük kayıp verdiği bu muharebe sonrasında I. Murat "Allah bana bir daha böyle zafer göstermesin" demiştir.

Savaş sonunda bir Sırp soylusu Sultanın elini öpüp müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat'a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Şehadetinden sonra hüdavendigar lakabının verildiği sultanın iç organları orada gömülmüş, geriye kalan naaşı Bursa'ya götürülerek orada defnedilmiştir. Bunun da etkisiyle I. Kosova Savaşı tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği ve bugün Sırpların çok önem verdiği bir muharebedir.

NENE HATUN





Tarihimize "93 Harbi" adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe kazandıran Türk kadını. 1857 yılında Erzurum'da doğdu. Tam doksan sekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini "Üçüncü Ordu'nun Annesi" olarak geçirdi. 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten sonra 22 Mayıs 1255 günü Erzurum'da zatürreden vefat etti.

Türk-Rus Harbi'nin kanlı ve karanlık günleriydi. 1877 yılı Kasım ayının 7'sini 8'ine bağlayan gece civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete sinsi sinsi yaklaşıp Erzurum'un meşhur Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmıştı. Tabyayı savunan bir avuç Türk askeri derin uykuda idi. Yataklarında bastırıldılar ve uykuda kılıçtan geçirildiler. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de hiç bir direnme görmeksizin Aziziye Tabyası'na yerleştiler.

Bu kahpe baskından yaralı olarak kurtulan bir asker koşa koşa Erzurum'a varıp kara haberi yetiştirdi. Minarelerden sabah ezanı yerine "Moskof Aziziye'ye girdi!" sesleri yükselmeye başladı. Bir anda bütün Erzurum duymuştu bu kara haberi. Ve bir anda bütün Erzurum şahlanıvermişti. Tüfeği olan tüfeğini kaptı olmayan eline ne geçirdi ise tırpan kazma kürek sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli kadınlı bütün Erzurum halkı Aziziye'ye doğru koşmaya başladı.

Şehrin kenar bir mahallesindeki mütevazi bir evde oturan taze bir gelin vardı. Bir gün evvel ağabeyi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve getirilmiş ve bir kaç saat önce bu taze gelinin kolları arasında ruhunu teslim etmişti. Kocası cephede idi. Minarelerden yükselen "Moskof Aziziye'ye girdi" seslerine seferber olup koşanların uğultuları karışıyordu. Taze gelin bu kara haberi duymuş gibi hemen ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip uyuttu. Usulca onu beşiğine bıraktı ve heyecan dolu bir sesle:
- Seni bana Allah verdi ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum diye mırıldandı.
Sonra şehit kardeşinin döşeğine seğirtti. Ölüyü alnından öptü:
- Seni öldüreni öldüreceğim ben de dedi kin dolu bir sesle.

Ve masanın üzerinden satırı kapmasıyla kapıdan dışarı fırlaması bir oldu. O da çılgınca Aziziye'ye doğru koşmakta olan kadınlı erkekli taşlı sopalı kalabalığın arasına karıştı.
Bütün Erzurum o dadaşlar diyarı şahlanmştı. Erzurum halkı bir sel gibi akıyordu canından aziz saydığı Aziziye Tabyası'na doğru.

Aziziye'ye yerleşmiş olan Moskof tabyaya yaklaşmakta olanlara karşı yaylım ateşine geçince bir hayli Erzurumlu kırıldı. Onların kırılışını görmek ayakta kalabileni büsbütün şahlandırmış ve tabyanın demir kapılarına gülle gibi yüklenen kalabalık bir anda içeri doluvermişti. Demir kapılar bile dayanamamıştı bu olağanüstü iman karşısında.
Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüş başladı. Balta tırpan kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskofun gırtlağına yapışıyordu. O toplu tüfekli ordu tam bir bozguna uğramıştı bu şahlanış karşısında. Türk demeye dili dönmeyen Moskof askerleri Osmanlı'yı da kısaltıp sadece "Osman"a çevirmişlerdi. Başı dara gelen "Osman teslim" deyip canını kurtarmaya bakıyordu.

Başka bir zaman olsaydı Türkün merhameti galebe çalardı belki. Fakat bu zaman diğer zamanlardan çok farklıydı. Aziziye'nin dışında ve içinde kadınlı ihtiyarlı çocuklu yüzlerce Erzurumlu kanlar içinde yatıyordu. Onlara ateş açanlar acımışlar mıydı? Ne "Osman" dinleyen oldu ne de "Teslim"e kulak asan... Taze gelin de elinde satırı karşısına çıkan Moskof'un kafasına suratına indiriyordu. Şehit düşen ağabeyisinin acısını bin Moskof'u öldürse içine atamazdı...

2.000'e yakın Moskof askeri öldürülmüş ve Aziziye kurtarılmıştı. Düşmanın geri kalan kısmı selameti atlarına atlayıp kaçmakta bulmuştu. Onları takip etmek için Erzurumlu'nun atı yoktu. Fakat kaçan atlıyı kovalayan yayalar yine de onu yakalayıp haklamayı biliyordu.
Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Elinde satırı ile döğüşürken aldığı bir yaranın etkisiyle o da kanlar içinde yere yıkılmıştı. Fakat yaralı olarak baygın bulunduğu zaman dahi elindeki kanlı satırını sıkı sıkıya kavramış bırakmıyordu hırs dolu pençelerinin arasından...

Adı Nene idi taze gelinin. O günden sonra o da bütün Erzurum'un tanıyıp saydığı kişiler arasına katıldı. Doksan sekiz yıllık ömrü boyunca bütün Erzurumlulara Moskof'un Aziziye'de nasıl tepelenişini anlattı. Fakat kendinden bir kaç kelime ile bahsetti.

Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO Başkomutanına "Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım" demiş ve Amerikalı generali kendine hayran bırakmıştı...

Nene Hatun fotoğrafının aslını arıyor

93 Harbi" olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde kahramanlıklarıyla Türk tarihine adını altın harflerle yazdıran Nene Hatun ömrünün sonuna kadar kurtuluş törenlerinde hep ön saflarda yer aldı.

Yaşadığı sürece efsane baltasıyla tüm kurtuluş törenlerine katılan Nene Hatun'un milli heyecanını ömrünün son anına kadar devam ettirdiği kaydedildi.1952 yılında Nene Hatun'un ölümünden 5 yıl önce kurtuluş törenlerinde çekilmiş fotoğrafında milli kahramanın yaşadığı heyecanı açıkça gözler önüne seriyor.



TRT Erzurum Radyosu emekli sanatçılarından Raci Alkır babası Şefik Alkır'ın Nene Hatun ile birlikte omuz omuza mücadele verdiğini hatırlatarak "Bu fotoğraf 1952 yıllarında kurtuluş törenlerinde çekilmiş. Babam Şefik Alkır Nene Hatun ile törenlere katılmış. Bu fotoğrafta 1952 yılında Vatan Gazetesi'nde yayınlandı. Tek nüsha bulabilmiştim. Ama onu da kaybettim" dedi.

Babası Şefik Alkır'ın 1957 yılında 74 yaşında hayatını kaybettiğini söyleyen Raci Alkır "Nene Hatun ile ilgili böyle bir fotoğraf hiçbir yerde yok. Babamla birlikte çekilmiş bu fotoğraf beni her zaman duygulandırmıştır. Fotoğrafın orijinalini bulmak istiyorum" diye konuştu.

kıssadan hisseler‏

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ADAMA GÖRE

İncili Çavuş Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral bunu fark edince sormuş :

-Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı?...

-Osmanlılar adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek, der İncili Çavuş.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------PAŞANIN ATLARI

Cimriliği ile meşhur paşa ; atlara arpa verilmesi gerektiği yolunda kendisini her seferde uyaran seyislerine kızar , “Lâ havle!...” çekermiş. Bir gün atları dermansızlıktan yığılıp kalınca gürler :

-Atlarıma neler oluyor ?...

Seyis cevap verir :

-Ne olacak efendim ... “Lâ havle...” yiye yiye , “ve lâ kuvvete!...” oldular.

Sütçü İmam Kimdir?







31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş’ta Kurtuluş hareketini başlatmıştır. Geçimini temin etmek için süt sattığından adı Sütçü İmam olarak anılmaktadır.

Mondros Mütarekesi taksim projesine göre; Antep, Maraş ve Çukurova bölgesi Fransız işgal bölgesi olarak taksim edilmişti. 2 Şubat 1919'da çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngiliz askerleri Maraş'ı işgal etmişler ve şimdiki Ticaret Lisesinin yanındaki kışlaya yerleşmişlerdir. 29 Ekim 1919 tarihine kadar bu bölgede kalan İngiliz askerleri, Ermenilerin sürekli başvuruları ve bu yöndeki girişimleri sonucu Fransız askerleri ile yer değiştirmişlerdir. Maraş halkının, bu yer değiştirmeye mani olmak için yaptığı başvurular ise, o sırada Osmanlı hükümetinin zayıf oluşu ve yöneticilerin ilgisizliği nedeni ile başarılı olamamıştır. 29 Ekim 1919 akşam vakti Yüzbaşı Jülie komutasındaki öncü birlikler, Ermenilerin taşkınlıkları ve tezahüratları arasında Şeyh Adil mevkisinden şehre girmişlerdir.
Öncü kuvvetlerden bir gün sonra, 2000 kişilik gönüllü Fransız lejyoneri Ermeniler, Fransız ve Cezayirli askerlerden oluşan birlikler yine Ermeni tezahüratları, Ermeni kadınların muhabbetli alkışları arasında şehre girdiler. Şimdiki Ticaret Lisesi civarına yerleştiler.
31 Ekim 1919 cuma günü akşamına kadar, Fransızlarla beraber gruplar halinde şehri dolaşan Ermeniler Türk halkına ağır hakaretler ve küfürlerle mütecaviz davranışlarda bulundular.
Akşam vakti, havanın karaması ile olayların sükûn bulması beklenirken, Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğunu gören Fransız-Ermeni devriyesinden bir asker; “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçesini zorla açmak istedi. Kadınlar ise bağırıp, feryat ederek yakındaki Kel Hacı'nın kahvesinden yardım istediler. Olay yerine ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Üzerinde silah olmayan Çakmakçı Sait, açılan ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Bu sırada adı İmam olan ve geçimini temin etmek için süt sattığı için Sütçü İmam olarak tanınan İmam, yanında bulunan silahı ile ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürmüş, bir diğerini de yaralamıştır.
Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş yaralanan Ermeni ise ölmüştü 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Şehri terk etmeyen İngiliz ve Fransız askerleri olay yerine yetişti. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir'in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.
Sütçü İmam 1878 yılında doğmuştur. Üç kız bir erkek çocuğu vardır. 31 ekim 1919 da, düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, düşmanın Maraş'tan kovulmasından sonra, harpteki fedakarlıklarına mükafat olarak Belediyeye odacı alınmış, bu vazifesi yanında kaledeki topun idaresi kendisine verilmişti. Bir top atımı sırasında barutun ısınan namludan erken ateş alması neticesi yandı. Alman Eytamhanesinde tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etti. Çınarlı Cami mezarlığına defnedildi.
İlk kurşunun atıldığı Uzunoluk meydanında 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sukuti Tükel tarafından bir anıt ve çeşme,1977 yılında da Kıbrıs meydanına Kurtuluş anıtı yaptırılmıştır

Sütçü İmam, (asıl adı İmam, süt satarak geçimini sağladığı için SÜTÇÜ lakabı verilmiştir) (d. 1871, Kahramanmaraş – ö. 25 Kasım 1922). Uzunoluk semtinde süt satarak geçimini sağlayan, hem de fahri olarak bugünkü Çınarlı ( eski Bektutiye) Camiinde imamlık yapan İstiklal Savaşı kahramanı.

İkinci Fransız kuvvetlerinin şehre girişinin ertesi günü (31 Ekim 1919 Cuma) şehirdeki huzursuzluk had safhaya varmıştı. Bir grup Fransız - Ermeni devriyesi ikindi üzeri Uzunoluk Caddesinden kışlaya dönerken Tarihi Uzunoluk Hamam'ın dan İki Müslüman Türk Kadını ve yanlarında 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğu çıkmıştı. Askerler önce erkek çocuğu döverler.Sonra kadınlara yaklaşarak “Burası türk salakların yeri değil Fransızların memleketidir. Burada artık peçe ile gezemezsiniz” diyerek, kadınların peçelerini yırtıp yüzlerini açmaya ve sarkıntılık etmeye başlarlar.Daha sonra o kadınlara saldırırlar. Kadınlar can havliyle bağırarak yardım isterler. Hamamın 200 m aşağısında bulunan kahvede oturan gençlerden olay yerine ilk yetişen Çakmakçı Sait'tir ve mütecaviz askerlere karşı koymaya çalışır ise de gözü dönmüş düşman kurşununa hedef olarak ağır şekilde yaralanır. İşte tam o esnada Hamam'ın karşısındaki Sütçü dükkanında olayı seyreden Sütçü İmam, tabancasını çekerek olaya müdahale eder. "Durun bre densizler, bre melunlar. Yaptıklarınız yetti artık. Bugün namus günüdür" deyip silahını ateşler. Bir işgalci askerini öldürür, ikisini de ağır biçimde yaralar. Türk Milletinin Namus ve Şerefine uzanmak istenen menfur eli daha orada kırıverir. Bu kurşun, aynı zamanda, Türk İstiklal Mücadelesinin de ilk kıvılcımı, ilk müjdecisi olur. (Bu ilk kurşunu atan, sedef kakmalı tabanca, uzun bir süre kendi ailesi tarafından muhafaza edildikten sonra, Kahramanmaraş Müzesine bağışlanmış ve halen Kahramanmaraş Müzesinde sergilenmektedir). Fransız Komutanın "Bulun o sütçü parçasını" emri ile ertesi gün Sütçü İmam, Fransız ve Ermeni askerleri tarafından ev ev aranır, ancak bulunamaz. Bu durum işgal güçlerini oldukça kızdırır. 1 Kasım 1919 günü Şeyhadil Mahallesinde Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyeklioğlu Kadir'i yakalayarak, ellerini ayaklarını arkadan bağlamak, kulaklarını, burunlarını kesmek suretiyle hunharca Şehit ederler. Cesedini de ibreti alem olsun diye bir tabut içerisine koyarak, Hükümet konağı önünde halka teşhir ederler.
Sütçü İmam 1878 yılında doğmuştur. 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etmiştir. Kabri Çınarlı Cami mezarlığındadır Sütçü İmam’ın İlk kurşunu attığı Uzunoluk meydanına 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sukuti Tükel tarafından bir anıt ve çeşme yaptırılmıştır.Çeşmenin bulunduğu meydandaki hamam sonradan yıkılır. Çeşme bu gün bile halen ayaktadır.

Orhan Gazi





Saltanatı 1326- 1359
Padişah Sırası 2
Doğum Tarihi 1281[1]
Ölüm Tarihi 1359[1]
Önce Osman Gazi
Sonra I. Murat
Soyu Osmanlı Hanedanı
Babası Osman Gazi
Annesi Malhun Hatun
Dini İslam
Orhan Gazi (Osmanlı Türkçesi: اورخان غازی)(d. 1281 Söğüt – ö. 1360 Bursa). Osmanlı Devleti’nin ikinci padişahıdır. 1326 ile 1359 yılları arasında beylik yapmıştır.

Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Bey ve Malhun Hatun'un oğludur. Sarışın, uzun boylu ve mavi gözlü, halk tarafından çok sevilen, ulemaya saygılı, merhametli bir hükümdar olarak tanımlanır. Sık sık halkın arasına karıştığı, ve dertlerini dinlediği söylenir. Babası Osman Gazi'nin vefatı üzerine 1326'da Osmanlı hükümdarı olmuştur.




Konu başlıkları [gizle]
1 Bey olmadan yaşamı
2 Anadolu'da fetihler
3 Rumeli'ye geçiş
4 Yenilikleri ve düzenlemeleri
4.1 Devlet alanında
4.2 Askerlik alanında
5 Kişiliği ve fiziki yapısı
6 Son yılları ve ölümü
7 Ailesi
7.1 Eşleri
7.2 Erkek Çocukları
7.3 Kız Çocukları
8 Popüler kültürde Orhan Gazi
9 Kaynakça
9.1 Dipnotlar



Bey olmadan yaşamı [değiştir]Osmanoğullarının en uzun ömürlüsü olan Orhan Bey'in çocukluğu ve gençliği bilinmemektedir. Osmanlı tarihlerinde adının ilk geçisi 1298'de Nilüfer Hatun (Yarhisar Tekfuru kızı Holofera) ile evlendirilmesi nedeniyle olmuştur. 1300 de Köprühisar'in fethinde bulunmuş ve Karacahisar uçbeyliği verilmiştir. Osman Bey oğlunu emir-i kebir (beylerbeyi) rütbesi ile küçük beylik ordusuna komutan atamış ve bundan sonraki babasının her askerî eylemine katılmıştır. Geleneksel anlatımlarda, Osman Bey'in ölümü ardından yapılan toplantıda Orhan'ın kardeşi Alâddin Ali'ye beylik önerisinde bulunduğu, ama onun kardeşi Orhan'ın askerî başarılarını hatırlatarak Orhan'in bey olmasını sağladığı bildirilmektedir. Adına kesilen ilk Osmanlı akçe sikkesi Rebievvel 724 (Şubat 1324) tarihi taşımakta ve Orhan'in en geç bu tarihte Bey olduğuna kanıt sağlamaktadır.Osmanlı'nın ilk tapu senedini Miladi 1301 yılında Orhangazi; Şeyh İzzeddin İsmail'e Sakarya Akova'daki Çalıca ve Şehler Köyü vakıf tapusunu vermiştir.


Anadolu'da fetihler [değiştir]Orhan Bey'in beylik yıllarının ilk dönemi Anadolu'da fetihlerle geçmiştir. Beyliği sırasında bütün diğer Anadolu beylikleri gibi İran'da kurulu İlhanlılar'ı metbu sayıp yıllık vergi ödemekte devam etmiştir. Diğer yandan da Bizans topraklarına yönelik akınlar ve fetihlerle Osmanlı Beyliği daha güç kazanmıştır.

Orhan Bey 1321de Mudanya'yı fethederek beyliğini Marmara Denizi kıyısına erişmiştir. O yıl ve 1326'ya kadar Gazi komutanlar emri altında Osmanlı beylik birlikleri beylik sınırlarina sevkedilmiş; Konur Alp Batı Karadeniz dolaylarına, Akçakoca İzmit dolaylarına, Gazi Abdurrahman Yalova (Yalakabad) dolaylarına akınlar yaparak Yalova, Akyazı, Mudurnu, Pazaryeri (Ermenipazarı), Sapanca (Ayangölü), Kandıra, Samandra fetihleri yapılmıştır.

1326'de hedef, bölgenin en büyük merkezi olan ve yıllardır abluka altında tutulan Bursa kenti olmuştur. Önce Orhangazi (o zaman Atranos) kalesi alınmış ve yıkılmış; sonra Bursa hisarını kuşatmak üzere Pınarbaşı mevkininde karargah kurulmuştur. Fakat Köse Mihal Bey'in diplomatik çabaları sonucu kale muhafızı Evranos kaleyi savaşsız teslim etmiştir. Köse Mihal Bey ve Evranos Bey'in müslüman olup Orhan Bey'in hizmetinde akıncı beyleri olarak görev yapmaları ve bu misyonu kendi soydaşlarına devretmeleri Osmanlılık kimliği yaratma siyasetinin ilk başarılı sonuçlarıdır. Bir vekayiname Bursa alınışını 2 Cemazievvel 726 (6 Nisan, 1326) olarak vermektedir. Fakat elde bulunan bazı, Orhan Gazi adına Bursa'da basılı olduğu gösterilen akçe sikkeleri daha önceki tarihleri göstermektedir. Genel olarak Osmanlı tarihçiler Bursa'nın alınması ile Orhan Gazi tarafından başkent yapıldığı bildirirler.[2]

Sonraki yillarda Orhan Bey'in gazi komutanları akıncıları ile Kocaeli topraklarında ilerlemişler; Kartal ve Aydos kalelerini fethetmişler ve Boğaz kıyılarında görülmüşlerdir.

Mayıs 1329da Bizans imparatoru olan III. Andronikos ve yakın danışmanı (sonra imparator olan) Yannis Kantakuzenos 2.000 paralı asker ile takviyeli bir Bizans ordusu ile Kocaeli'nde ilerlemiş; İzmit kuşatması yapan ise Orhan Gazi ivedi yürüyüşle Darıca üzerinden gelmiş; ve ilk defa bir meydan savaşı olarak Bizans ve Osmanlı orduları 11 Haziran 1329da Maltepe (Palekanon) Savaşı'na girişmişlerdir. Bu savaşta Bizans ordusu Osmanlı ordusuna yenik düşüp bozguna uğramış ve Bizans İmparatoru III. Andronikos yaralı olarak kurtulmuştur. Böylece III. Andronikos'un Bizans Anadolu topraklarını geri alma planları suya düşmüştür ve Bizanslılar bir daha böyle planlara girişmemişlerdir.

Orhan Bey'in bu askerî zaferi sonucu olarak bütün Hristiyanlar için ana itikat prensibi sağlayan Nicea İtikadı'in 325de kabul edildiği şehir olan ve Bizans Konstantinopolis'i Latinlerin elinden alıp kurtaran İznik Rum İmparatorluğu'nun başkenti olmuş olan İznik (Nicea) 2 Mart1331de hiç direniş görünmeden fethedilmiştir. Orhan Bey ve yakınları tarafından yapılan imar çalışmaları çok kısa bir zamanda İznik bir Osmanlı kültür, ticaret ve sanat merkezi olan bir İslam şehrine döndürmüştür. Özellikle Orhan Bey İznik büyük katedralini camiye ve bir manastırı medreseye çevirtmiş; eşi Nilüfer Hatun bir imaret yaptırmış; oğlu Süleyman Paşa ise yeni bir medrese inşa ettirmiştir.

Bu çalışmalar sürerken Kara Timurtaş Paşa Marmara'nın Gemlik ve Armutlu kıyılarını Osmanlı sınırlarina katmış. Sonra daha eski klasik Roma İmparatorluğu'nun (284 ve civarında) başkentliğini yapmış olan ve 6 yıldır Osmanli ablukası altında bulunan İzmit (Nikomedia) 1337de Bizans tarafından savunulamaz duruma gelmiş; son Bizans valisi Prenses Marika Paleialogos tarafından terkedilip Osmanlı orduları tarafından fethedip yönetimi Süleyman Paşa'ya verilmiştir.

Bunun üzerine III. Andronikos 1333de Osmanlı hükümdarı Orhan Beye bir barış anlaşması teklif etmiş ve yıllık 12.000 Bizans altını haraç karşılığında Bitinyada Bizans elinde kalmış olan arazilere Osmanlı'ları hücum etmemesini teklif etmiştir. Böylece Orhan Bey'in Anadolu'da küffardan fethedilecek önemli bir yer kalmamıştır.

Orhan Bey bu nedenle 1340larda beyliğini yeni bir strateji olan komşu Türkmen beyliklerin fethine yöneltmiştir. Bu ülkeler İslam siyaset felsefesine göre dar-ül harp olmadığı için bu yeni stratejinin uygulaması için sudan nedenler yaratılmıştır.

Önce Karesi Beyliğinde hükümdarlık kavgasına geçen Demirhan Bey ile Dursun Bey'in arasını bulmak nedeniyle Orhan Bey 1342de Ulubad, Karacabey (Mihaliç) ve Mustafakemalpaşa (Kırmastı) kalelerini işgal etmiştir. Bununla da yetinmeyerek önemli bir askerî kuvvetle 1345 de Karesi Seferi'ne çıkmıştır. Bu iki kavgalı bey Bergama'da sıkıştırılmış; Dursun Bey kuşatma sırasında olmuş; Demirhan Bey esir olarak alınmıştır. Böylelikle Karesi Beyliğine ait geniş topraklar ve Balıkesir, Manyas, Edincik ve Erdek kentleri Orhan Bey idaresine geçmiştir.

Sonra İç Anadolu'ya akınlar başlamıştır. Bu akınlar 1354de Gerede ve Osmanlılara kuruluştan beri destek sağlayan Ahilerinin merkezi Ankara kalelerinin Orhan Bey'in eline geçmesi ile sonuçlanmıştır.


Rumeli'ye geçiş [değiştir]Orhan Gazi'nin hükümdarlığının son döneminde yeni bir strateji ortaya çıkmıştır. Bu strateji Bizans'a yardım etme vesilesiyle Rumeli'ye Osmanlı askeri gönderilmesi ile başlayıp; Osmanlıların ve Turklerin Rumeli'de toprak edinip şehirlere de yerleşmesi ve yeni bir küffar elinden toprak fethetme sürecinin (sonucunda ta orta Avrupa'ya uzanacak olan sürecin) başlaması ile devam etmiştir.

Orhan Bey'in Bizans'a yardım etmesi, bir iç isyan sonrası imparatorluk tahtına geçen VI. Yannis Kantakuzenos'la kurulan yakın ilişkilerle başlamıştır. 1344de Bizans İmparatoru zor bir durumda bulunuyordu. Selanik'teki valisi olan Yannis Apocausus duruma hakim olamamış ve bağnaz fanatikler (Zealot) olarak anılan bir parti tekrar idareyi eline almıştı. Sırp Kıralı Stefan IV. Duşan tekrar Bizans aleyhine dönmüş ve tüm Makedonya'yı istila etmek niyetiyle Serez kalesini kuşatma altına almıştı. Anadolu'da müttefiki olan ve daha önce askerî yardım sağlayan Aydınoğlu Umur Bey'in donanması Papa'nın kurduğu Lig müttefikleri donanması tarafından İzmir'de yakılmış ve İzmir Papalık müttefiklerinin işgali altına alınmıştı. Saruhan Beyliği asker sağlayabilecek durumda idi; ama bu kuvvetin hem Selanik hem de Sırp Kıralına karşı bir askerî sefer için yeterli olmayacağı gayet açıktı. Onun için 1345in ilk aylarında VI. Yannis Kantakuzenos Orhan Bey'le yakın ilişkiler kurmak için temaslara başlamıştır. Kendisi tarih yazarı da olan Kantakuzenos bu evlilik hakkında kitabında bir bölüm ayırmıştır. Buna göre Kantekuzanos biraz Turkçe öğrenmiş; iki hükümdar birbirleri ile yakın şahsi bağlantı kurmuşlar ve Orhan Bey'le şahsi görüşmeleri sırasında birbirinden güzel üç kızını da Orhan Bey'le tanıştırmıştır. İkinci kızı olan Teodora'yı Orhan Bey ile evlendirmek için anlaşmışlardır. 1346da Orhan Bey'i düğün yeri olan Silivri'ye (Salymbria'ya) getirmesi için 30 gemilik Bizans donanması kullanılmış ve 3 gün 3 gece süren düğünden sonra aynı filo Orhan Bey'i ve maiyetini geri götürmüştür. Ertesi yıl Orhan Bey yeni karısı Teodara ile bu sefer Üsküdar'da kayınbabası ile buluşmuştur. [3]

1450'de Selanik'teki bağnaz fanatikleri (Zealot) ortadan kaldırmak için harekete geçen VI. Yannis Kantakuzenos yine damadı Orhan Bey'den Türk süvari kuvveti desteği istemiştir. 20.000 kişilik, Osmanlı süvari kuvveti ile takviyeli, Bizans kuvvetleri ile VI. Yannis Kantakuzenos'un oğlu olan Matthaios Kantakuzenos komutası altında Selanik'e doğru ilerlerken Orhan Bey'in askerlerinin Anadolu'ya geri gitmeleri gerekmiş ve bu askerlerin gitmesi ile gücü çok azalan Matthaios'un şansı yaver gidip Selanik yakınlarında bir Türk asıllı korsan filosu bularak bunları paralı olarak tutup Selanik'e girmeyi başarmıştır.[4]

1452de VI. Yannis Kantakuzenos'un ortak imparator olan V. Yannis Palaiologos ile arası açılmış ve V. Yannis Edirne'de hüküm süren Matthaios'a Sırplar yardımı ile hücum edip o şehri almıştır. Buna karşılık VI. Yannis Kantakuzenos Konstantinopolis'den damadı Orhan Bey'in yardım olarak sağladığı ve komutanlığını Orhan Bey'in oğlu olan Süleyman Paşa'nın yaptığı bir büyük Osmanlı birliği beraber Bizans ordusu ile kendi başkomutanlığı altında Edirne'ye yürüyüp bu şehri kurtarmıştır. Ayni Osmanlı birliği birkaç ay sonra bir karışık Sırp-Bulgar ordusunu donmuş olan Meriç Nehri kıyılarında yenik düşürüp imha etmiştir.[5]

Bazı Türk tarihlerine göre bu başarının sonucu olarak 1353de Çimpe kalesi Süleyman Bey'e bir askerî üs olarak verilmiştir; Süleyman Bey buraya ve civarına askerlerinin ailelerini ve göçmen Türkmenleri yerleştirmeye başlamıştır ve bu kale Osmanlılarin Avrupa'ya bir köprübaşı noktası olmuştur. Bunu önlemeye çalışan İmparator VI. Yannis Kantakuzenos Çimpe kalesini geri almak için 10.000 altın tazminat vermeyi teklif etmiş ve bunu müzakere etmek için Orhan Bey'le şahsen görüşmek istemiştir. Fakat yaşlılığını ve hastalığını ileri süren Orhan Bey bu görüşmeyi kabul etmemiştir.

Bir başka açıklamaya göre ise 2 Mart,1354de bütün Trakya büyük bir deprem geçirmiş ve bu afetin hemen arkasından gelen kar tipi fırtınaları ve şiddetli yağmur afetleri hayatı daha da fenalaştırmıştır. Bu afetten önce büyük bir Bizans şehiri olan Gelibolu taş taşın üzerinde kalmayacak kadar zarar görmüş ve tüm halkı tarafından denizden terk edilmiştir. Bigada bu haberi alan Süleyman Paşa bir anlatıma göre zaten kendine üs verilen Çimpe'ye gitmek üzere hazır bulunmaktaydı. Diğer bir anlatıma göre, Süleyman Paşa daha önceki yardım seferinde Rumeli topraklarının zenginliğini görmüş ve Rumeli'ye geçmek için bir böyle bir fırsat kollamaktaydı. Her nedenle olursa olsun, Süleyman Paşa ve ordusu ile Çanakkale Boğazı'nı geçip ve birlikte getirilen Türkmen göçmenleri bomboş olan Gelibolu'ya yerleştirmiştir. Birkaç ay içinde şehirdeki binalar yaşanacak şekilde onarılıp ve şehrin surları yeniden inşa edilmiş ve Gelibolu nüfusunun hepsi Türk olan bir müslüman şehrine dönüştürülmüştür. Bizans imparatoru resmen Süleyman Paşa'dan Gelibolu'dan orada yerleştirdiği bütün Türklerle birlikte çekilmesini istemiştir. Ancak Süleyman Paşa yanıt olarak buraya Türklerin Allah'ın niyeti ile geldiklerini; geldiklerinde şehrin terkedilmiş olduğunu; burada oturan hiçbir kimsenin evinden zorla atılmadığını ve bu şehri terketmenin Allah'ın inayetini ret etme olacağını bildirmiştir. İmparator bu şehrin boşaltılması masraflarını karşılayacağını ve üstüne tazminat vereceğini bildirdiyse de Süleyman Paşa'yı fikrinden çaydıramamıştır. İmparator bu sefer damadı Orhan Bey'e de durumu şikayet etmiştir; Orhan Bey İmparatorla İzmit'te görüşebileceğini bildirmiş ise de görüşmeye hastalık bahanesine gitmemiştir. Bunu bir felaket olarak kabul eden Imparator büyük bir yeise kapılmıştır. [6]

Bu sorun daha bir hal yoluna konulmadan Kantakuzenos, ortak imparator olan V. Yannis'le açık mücadeleye girişmiş; önce damadı V. Yannis Palaiologos'u ortak imparatorluktan atıp; Bozcaada'ya (Tenedos'a) sürgüne göndermiştir. Ama oradan Venedikliler yardımıyla kaçan V. Yannis İstanbul'a gelip Konstantinopolis'te idareyi yeniden eline almıştır. V. Yannis ile kayinpederi VI. Yannis Kantakuzenos anlaşma yapıp birlikte imparatorluk yapmayı kabul etmişlerdir. Fakat, büyük bir depresyon içinde bulunan VI. Yannis Kantekuznos birkaç gün sonra 4 Aralık,1354de kendi isteği ile tahtından feragat etmiş; bir manastıra kesiş olarak girmiştir. Böylece Osmanlıların Rumeli'ye geçmeleri bir emrivaki olarak kalmış, ama Orhan Bey'in kayınbabası iktidardan ayrılmıştır. [7]

Masallaşmış bir açıklamaya göre ise Süleyman Bey ve ufak ordusu Rumeli'ye salla geçiş yapmış ve orada ilk yerleşkiyi kurmuşlardır.

Her ne şekilde geçiş ve köprübaşı kurulmuş olursa olsun, Osmanlılar Trakya'da Bizans şehirlerini birer birer zaptemeye başlamışlardır. Çimpe kalesi ve Gelibolu kale ve şehirinden başlayarak Bolayır, Keşan ve Rodoscuk (Tekirdağ) 1354de fethedilmiştir. Bunun yanında fethedilen toprakları korumak amacıyla Rumeli'de geniş bir iskan politikası uygulanmış ve Anadolu'dan Trakya'ya Türkler getirilip yeni fethedilen yerleşkelere iskan edilmişlerdir. Ayrıca, zaten Trakya topraklarında bulunan korsanlık, haydutluk ve çetecilikle geçinen Türkler, Aydınoğulları ve Saruhan orduları kalıntıları da Osmanlılara katılmışlardır. 1356da Osmanlılar Çorluya kadar ilerlemişlerdir.

1358de Rumeli'deki Osmanlı toprakları üzerinde beylerbeylik görevi yapan Süleyman Paşa Çorlu civarında bir sürek avı sırasında atından düşerek feci şekilde ölmüştür. Süleyman Bey'in ölümu ile 1359-1362 arasında Orhan Bey'in oğlu ve veliahtı Murat Bey Rumeli'de Osmanlı ordularına komutaya başlamıştır. Osmanlılar 1361de Dimetoka'yi ellerine geçirmişler. 1362de Orhan Bey öldüğünde Osmanlı orduları Edirne kapılarında olup o yıl bu şehir de Osmanlılar eline geçmiştir.


Yenilikleri ve düzenlemeleri [değiştir]
Devlet alanında [değiştir]Orhan Gazi Osmanlı Beyliği'ni yeni yasalar ve düzenlemeler sayesinde devlet yapmıştır. Sultan unvanı ilk kez Orhan Gazi zamanında kullanılmıştır. İlk kez vezirlik teşkilatı kurulmuştur. İlk kadı ve subaşı atamaları bu dönemde yapılmıştır. Sancaklara kadılar gönderilmiştir. Divan Örgütü kurulmuştur. Vakıf sistemi, adli teşkilat kurulmuştur. İlk gümüş para "akçe" bastırılmıştır.


Askerlik alanında [değiştir]Yaya ve müsellem olarak ilk düzenli Osmanlı ordusu kurulmuştur. İlk donanma çalışmaları yapılmıştır.


Kişiliği ve fiziki yapısı [değiştir]Orhan Gazi mavi gözlü, sarışın, beyaz tenli, geniş göğüslü, iri yapılı bir insandı. Kulağında siyah bir beni vardı.

Davranışları dengeli ve kararlı idi. Daima tedbirli davranırdı. İyi ahlaklı olarak bilinirdi. [8]


Son yılları ve ölümü [değiştir]Orhan Gazi, son yıllarında Osmanli devletinin idaresini oğlu Murat Bey'e bırakarak Bursa'da sessiz geçirmiştir.

Ölüm nedeni ve yılı hakkında tarihçiler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Zamanının tarihçisi olan Aşıkpaşazade Orhan Bey'in Süleyman Bey'le aynı yılda, 1358de, öldüğünü yazmaktadır.[9] Bazı tarihçiler 1360 yılında 79 yaşında iken vefat ettiğini bildirirler ve diğerleri ise ölümünün 1362de olduğunu belirtir.[10]

Orhan Bey Bursa'da Gümüşlü Kümbet'te babasının türbesine gömülmüştür.


Ailesi [değiştir]
Eşleri [değiştir]Orhan Bey'in adları bilinen üç eşi de Rum asıllı olup bunlar Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun adını alan Holofira; Bizans İmparatoru III. Andronikos Palaiologos'un kızı Asporça ve Bizans İmparatoru VI. Yannis Kantakuzenos'un kızı Teodora. Asporça ve Teodara'ın İslam dinine girip girmedikleri bilinmemektedir.

Asporça : Bizans İmparatoru III. Andronikos'un kızı;
Nilüfer : Yarhisar Tekfuru kızı;
Teodora Kantakouzene : Bizans İmparatoru VI. Yannis Kantakuzenos'un kızı.

Erkek Çocukları [değiştir]Orhan Gazi henüz hayattayken, en büyük oğlu olan Süleyman Gazi (Süleyman Paşa olarak da bilinir) attan düşerek vefat etmiştir. Kısa bir süre sonra babası Orhan Gazi'nin de ölümü üzerine tahta küçük kardeşi I. Murat (Murad Hüdavendigar) geçmiştir. Üçüncü Osmanlı padişahı olan Murad Hüdavendigar, Nilüfer Hatun'un oğludur.

Süleyman Gazi
Murad Hüdavendigar, Kosova Savaşısonrasında savaş alanındaki ölü ve yaralıların durumunu incelerken aslında yaralı olup,ölü gibi yere yatan Milos Obilic I.Murad yanına geldiği zaman hançerle arksından vurarak öldürmüştür.
İbrahim, Eskişehir valisi (1316 - 1362). Kardeşi Murad tarafından öldürülmüştür.
Halil
Kasım
Eyüp

Kız Çocukları [değiştir]Fatma Hatun
Şehzade
Hadice

Popüler kültürde Orhan Gazi [değiştir]Yönetmenliğini Ezel Akay'ın yaptığı "Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü" adlı film Orhan Gazi döneminin Bursa'sında geçer. Filmde Orhan Gazi'yi Ragıp Savaş canlandırmıştır.


Kaynakça [değiştir]
Dipnotlar [değiştir]^ a b Sevinç, Kuşoğlu. Orhan Gazi (Türkçe dilinde), 39 , İstanbul: Timaş Yayıncılık. 978-975-263-712-2. URL erişim tarihi 30 Ocak.
^ Fakat zamanının tarihçisi Âşıkpaşazade Bursa'nın Bey Sancağı olarak örgütlenip oğlu Murad Bey'e verildiğini bildirmektedir (Âşıkpaşazade, haz. Ali Bey, Tevarih-i Al-i Osman'dan Âşıkpaşazade Tarihi [1332], İstanbul).
^ Norwich, John Julius (1995) Byzantium: the Decline and Fall (Bizans: Gerileme ve Çöküş), Penguin:Londra. s.302
^ Norwich, John Julius (1995) Byzantium: the Decline and Fall (Bizans: Gerileme ve Çöküş), Penguin:Londra. s.314
^ Norwich, John Julius (1995) Byzantium: the Decline and Fall (Bizans: Gerileme ve Çöküş), Penguin:Londra. s.318
^ Norwich, John Julius (1995) Byzantium: the Decline and Fall (Bizans: Gerileme ve Çöküş), Penguin:Londra. s.319
^ Norwich, John Julius (1995) Byzantium: the Decline and Fall (Bizans: Gerileme ve Çöküş), Penguin:Londra. s.320
^ T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sitesi/E-kitap
^ Aşıkpaşazade, (haz. Âli Bey) (1332), Tevarih-i Al-i Osmandan Aşıkpaşazade Tarihi, İstanbul
^ Sakaoğlu, Necdet (1999), Bu Mülkün Sultanları, Oğlak:İstanbul. s.39

Osman Gazi Hazretleri


Osman Bey
Saltanatı 1299- 1326
Padişah Sırası 1
Doğum Tarihi Sögüt, 1258
Ölüm Tarihi Bursa, 1326
Önce Ertuğrul Gazi
Sonra Orhan Gazi
Soyu Osmanlı Hanedanı
Babası Ertuğrul Gazi
Annesi Hayme Hatun
Osman Bey, yerel ismi ile Otman Bey, Osman Gazi ya da I. Osman, (Osmanlı Türkçesi: عثمان بن أرطغرل, Osman bin Ertuğrul) (d. 1258[1], Söğüt – ö. 1326, Bursa) Osmanlı Beyliği'nin kurucusudur. Babası Ertuğrul Gazi, annesi ya da babaannesi, Hayma Ana'dır (Hayma veya Hayme Hatun). Oğuz Türkleri'nin Kayı boyundandır.

Yaşamının erken dönemleri hakkında güvenilir kayıtlar yoktur. Osman Bey'in soyuna ve boyuna ait bilgiler gelenekseldir ve en eskisi ölümünden 100 yıl sonra yazılmıştır. Bu eserler arasında en eskiden başlayarak Ahmedî (öl. 1414), Dâstân ve Tevarih-i Mûlûk-i Âl-i Osman', Şükrullah (öl. 1464), Behçetü't-Tevarih ve Âşıkpaşazade (öl. 1481), Tevarih-i Âl-i Osman adlı eserler isimlendirilebilir. Dönemine ait tüm çağdaş eserler büyük ölçüde 1422 ya da hemen sonrasında tarihlendirilen ve artık mevcut olmayan özgün bir metinden türemiş oldukları iddia edilmektedir.[2].

Çağdaşı ünlü gezgin İbn Battuta, Osman Bey'in oğlu Orhan Bey'i, o dönemdeki başkent Bursa'da ziyaret etmiştir. 1283'te babası Ertuğrul'un ölümü ile babasının yerine Anadolu Selçuklu Devleti'nin "uçbeyi" oldu. 1299'da Anadolu Selçuklu Devleti'nin "büyük uçbeyi" oldu. Bu tarih, aynı zamanda birçok tarihçi tarafından Osmanlı'nın kuruluş tarihi olarak kabul edilir.

Osman Bey, büyük uçbeyi olduktan sonra Bizans yönündeki faaliyetlerine hız verdi. Çünkü o dönemlerde Bizans; isyanlar, kargaşalar ve taht kavgaları içindeydi. Durumdan faydalanan Osman bey Karacahisar, Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir'i aldı. 1288'de beyliğin başkenti Bilecik'e taşıdı.[kaynak belirtilmeli]

Bizans ordusu ile yaptığı Koyunhisar Savaşı'nı kazandı. Koyunhisar Savaşı, Bizanslılar ile Osmanlılar arasındaki ilk savaştır. Bazı tarihçiler, Osmanlı'nın kuruluş tarihi olarak, Koyunhisar Savaşı'nın kazanıldığı 27 Temmuz 1302 tarihini gösterirler. Bu savaşla birlikte Osman Bey'in adı ve Osmanlı Beyliği, Anadolu çapında tanınmıştır. Bu zafer dolayısıyla Anadolu'dan gönüllüler Osman Bey'in safında savaşmak üzere Batı Anadolu'ya akın ettiler. Bu zaferle İznik ve İzmit'in fethi kolaylaştı. Bursa kuşatıldı, fakat alınamadı.

Osman Bey, sağlığının bozulması nedeniyle 1320'de beyliğin yönetimini oğlu Orhan Bey'e bıraktı. 1326'da Söğüt'te nikris hastalığından öldü. Türbesi Bursa'dadır.

Osman Gazi, babası Ertuğrul Gazi'den yaklaşık 5 bin km² olarak devraldığı Osmanlı toprağını oğluna 16 bin km² olarak devretmiştir. İlk Osmanlı parası olan "akçe", Osman Bey'in zamanında basılmıştır. Bu akçeler bakırdandır,bu da devlet ekonomisinin gelişmekte olduğunu gösterir. Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamit, Kütahya/Domaniç'in Çarşamba köyünde Osman Bey'in annesi veya babaannesi olan Hayma Ana'nın türbesini yaptırmıştır. Gündüz Bey veya Gündüzalp, Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Gazi'nin kardeşidir. Aydoğdu Bey'in babasıdır.








Kaynaklar [değiştir]Halil İnalcık: The Ottoman Empire. The Classical Age. New York: Aristide D.Caratzas, 1973.
M.Fuad Köprülü: Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu. İstanbul: Ötüken, 1981.
Oktay Özel ve Mehmet Öz (derl.): Söğüt'ten İstanbul'a. Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar. Ankara: İmge, 2000.
Elizabeth A.Zachariadou (editör): Osmanlı Beyliği (1300-1389). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997.

Dip notlar [değiştir]^ Osman Gazi'nin Hayatı. www.diyadinnet.com. 2009-03-24 tarihinde erişilmiştir.
^ Zachariadou, Elizabeth A. (1997). ''Osmanlı Beyliği (1300-1389). URL erişim tarihi 2009-03-24.

Sultan II. Mahmut Han






II. Mahmut
Saltanatı 28 Temmuz 1808- 2 Temmuz 1839
Padişah Sırası 30
Doğum Tarihi 20 Temmuz 1785
Ölüm Tarihi 2 Temmuz 1839
Önce IV. Mustafa
Sonra Abdülmecit
Soyu Osmanlı Hanedanı
Babası I. Abdülhamit
Annesi Nakşidil Valide Sultan
Dini İslam
II. Mahmut, (d. 20 Temmuz 1785 – ö. 2 Temmuz 1839). 30. Osmanlı padişahıdır.

20 Temmuz 1785 tarihinde İstanbul, Topkapı Sarayı'nda doğdu. Öğrenimi ile Sultan III. Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştur.

Tahta çıkmadan 1 yıl 2 ay önce Sultan IV. Mustafa'nın veliaht-şehzadesi oldu. Keza sarayda O'nun dışında sarayda hiçbir Osmanlı ailesinden erkek bulunmamaktaydı. Kabakçı Mustafa isyanı sonunda tahttan indirilen III. Selim'i tekrar padişah yapmak için gelen, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa, asilerle birlikte hareket eden Sultan IV. Mustafa'yı tahttan indirdi. Saraya girdiğinde III. Selim'in öldürüldüğünü öğrenen Alemdar Mustafa Paşa, katillerin elinden canını zor kurtaran II. Mahmut'u tahta çıkardı. Sultan II. Mahmut 28 Temmuz 1808 tarihinde tahta çıktığında 23 yaşındaydı. Avrupa'daki yenileşme hareketlerini benimsemişti. Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine "Adli" sanı verildi.

Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğunu gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. 14 Mart 1827'de, İstanbul'da, Türkiye'nin ilk tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi kurdu.

Sultan II. Mahmut yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1 Temmuz 1839 günü dinlenmek için gittiği kardeşi Esma Sultan'ın Çamlıca'daki köşkünde, 54 yaşında vefat etti. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divanyolu'nda kendisi için oğlu Abdülmecit tarafından Mimar kardeşler Ohannes Dadyan ve Boğos Dadyan'ın inşa ettiği II. Mahmut Türbesi'ne defnedildi.

Konu başlıkları [gizle]
1 Saltanatı dönemindeki önemli olaylar
1.1 Saray politikası
1.2 Osmanlı-Rus ilişkileri
1.3 Sırp isyanı
1.4 Yunan isyanı ve Navarin Deniz Savaşı
1.5 Edirne antlaşması
1.6 Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı
1.7 Boğazlar Sorunu
2 Mimari çalışmalar
3 Eşleri ve Çocukları
Saray politikası [değiştir]
II. Mahmut Alemdar Mustafa Paşa'ya geniş yetkiler tanıdı. Sadrazam, ilk iş olarak da Kabakçı ayaklanmasıyla ilgili görülenleri cezalandırdı. Rusçuk ileri gelenlerine önemli görevler verdi. Rumeli ve Anadolu'daki ayanı İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifak'ı yaptı (29 Eylül 1808). Bu belge ile ayanlar, hükumet emirlerini dinleyeceklerine söz veriyorlardı. Nizam-ı Cedid ordusunu Sekban-ı Cedid adıyla yeniden kurdu. Konya'dan çağrılan vezir Kadı Abdurrahman Paşa'yı yeni ordunun başına getirdi. Esame adı verilen yeniçeri ulufe cüzdanlarını, bedellerini ödeyerek satın alıp, imha ettirdi. Alınıp satılabilen bu cüzdanlar sayesinde, askerlikle münasebeti olmayanlar, asker maaşı alabiliyorlardı. Binlerce esame imha ettirdiyse de bu konuda tam bir başarı gösteremedi. Gelişmeleri öfkeyle izleyen IV. Mustafa ve Kapıkulu ocakları mensubu ağalar 14 Kasım 1808 gecesi, Alemdar'ın konağını bastılar. Gelecek yardımı bekleyerek yeniçerilerle kıyasıya çarpışan sadrazam, damı delmekte olan yeniçerileri görünce patlattığı barut fıçısıyle intihar etti. Bunun üzerine, Rusçuk ayanından Defterdar Tahsin Efendi ile Umur-ı Cihadiye nazırı Behiç Efendi İstanbul'dan kaçtılar; Sadaret kethüdası Mustafa Refik Efendi asiler tarafından parçalandı. Ayaklananlar II. Mahmut'u tahttan indirmek için saraya saldırdılar. Kadı Abdurrahman Paşa Sekban-ı Cedid askeriyle Topkapı Sarayı'nı savundu. Bozguna uğrayan ayaklananların üzerine giden Abdurrahman Paşa, 3.000'den fazla yeniçeri ve diğer ayaklananları kılıçtan geçirtti. Bu sırada donanma toplarıyle İstanbul'u ateşe tuttu. Yıkılan binalar ve ölen insanlar karşısında neye uğradığını anlayamayan İstanbul halkı, saldırıyı durdurtan ulema sayesinde can güvenliğine kavuştular. İki taraf da birbirine karşı üstünlük gösteremedi. Bu yüzden Sultan II. Mahmut iktidarını 18 yıl boyunca ince bir denge üzerine kurmak zorunda kaldı. [Kadı Abdurrahman Paşa]Anadolu'ya kaçtı ama hakkında çıkan ferman gereği idam edildi. Rusçuk ayanından Ramiz Paşa'yı gizlice Rumeli'ne kaçırtan Sultan II. Mahmut, 18 Kasım 1808 tarihinde Sekban-ı Cedid'i dağıtmak zorunda kaldı.


Darüssaade Ağası Harem Ağalarının Amiri
Sultan Mahmud II
Silahtarağa Padişahın Silahlarını Muhafaza Edip Taşıyan
Baş Cuhadar Padişahın Giyeceklerini Muhafaza Edip TaşıyanAlemdar Mustafa Paşa yerine sadarete getirilen Çavuşbaşı Memiş Paşa, 1 ay 9 gün sonra bu görevden azledilerek Sakız'a sürüldü. Daha sonra Halep beylerbeyi Kör Yusuf Ziyaüddin Paşa sadarete çağınldı. 1809 Osmanlı-Rus Savaşı'na katılan Yusuf Ziyaüddin Paşa, savaş bitmeden görevinden alındı. Yerine sadrazam olan Laz Aziz Ahmet Paşa (10 Nisan 1811) Rusçuk'u Rusların elinden aldı (9 Temmuz 1811). Savaşın sonunda imzalanan Bükreş Antlaşması'yla (28 Mayıs 1812) Besarabya'nın tamamı Rusya'ya bırakıldı. Sadrazam Ahmet Paşa, 5 Eylül 1812'de görevinden alınarak, yerine Hurşit Ahmet Paşa getirildi. Bu sırada, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki Epir bölgesinde nüfuz kazanan Tepedelenli Ali Paşa, ikinci bir Mısır hıdivi Mehmet Ali olma yolundaydı. Oğullarıyla birlikte bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Sultan II. Mahmut, nişancısı Halet Efendi'nin de etkisiyle, sadrazam Hurşit Ahmet Paşa'yı Tepedelenli'nin üzerine gönderdi. Hurşit Ahmet Paşa, Tepedelenli'nin elinden işgal ettiği yerleri geri alarak oğullarıyla birlikte perişan etti. 1 Nisan 1815 tarihinde sadrazamlık görevinden alınan Hurşit Ahmet Paşa'nın yerine, Mehmet Emin Rauf Paşa sadrazam oldu. 2 yıl 9 ay bu görevde kaldıktan sonra azledilerek yerine Bursa valisi Burdurlu Derviş Mehmet Paşa getirildi. Mustafa Reşit Paşa'nın amcası Seyyit Ali Paşa, 5 Ocak 1820 tarihinde, Derviş Mehmet Paşa'nın yerine sadrazam oldu.

Seyyit Ali Paşa'nın sadareti zamanında başlayan Yunan ayaklanması (12 Şubat 1821) kaptan-ı derya Nasuhzade Ali Paşa'nın, Sakız limanına girmesiyle bastırıldı (11 Nisan 1822). Ayaklanmanın bastırılması Avrupa devletleri arasında geniş yankı uyandırdı. Sadaret makamındaki değişiklikler şu sırayla devam etti: Seyyit Ali Paşa 28 Mart 1821'de görevinden alınarak, yerine Çıldır valisi Benderli Ali Paşa getirildi. 8 gün fiilen sadrazamlık yapan Ali Paşa, İstanbul'da olmadığı zamanda yerine kaymakam Hacı Salih Paşa vekalet etti. Ali Paşa azlinden bir ay sonra Kıbrıs'ta idam edildi. 19 Kasım 1822'ye kadar görevini sürdürebilen Salih Paşa, bu tarihte azledilerek yerine Bostancıbaşı Deli Abdullah Paşa sadrazam oldu. 4 ay sonra İzmit'e sürülen Abdullah Paşa'nın yerine Turnacızade Silahtar Ali Paşa sadrazamlığa getirildi (10 Mart 1823). 9 ay 4 gün sonra 13 Aralık 1823'te azledildi ve Konya valiliğine getirildi. Yerine Benderli Mehmet Selim Sırrı Paşa atandı. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, bu sadrazam zamanında gerçekleştirildi. Tarihte Vaka-i Hayriye adıyla anılan 16 Haziran 1826'da gerçekleşen bu olaydan sonra Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ocak kuruldu.


Osmanlı-Rus ilişkileri [değiştir]Sultan II. Mahmut tahta geçtiği zaman Osmanlılar Ruslarla savaş halindeydi. İngiltere ile 1809'da yapılan antlaşma sonucu Ruslarla savaşa devam kararı alındı. Rusların Fransa ile olan sorunları, Osmanlı Devleti ordularının yıllarca süren savaştan yorgun düşmesi yüzünden iki devlet de barış imzalamaya mecbur kaldılar.

28 Eylül 1812 tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması ile Rusya, Eflak ve Boğdan'dan çekilecek, Besarabya bölgesi ise Ruslara bırakılacaktı. Osmanlılar Bosna ve Eflak'dan 2 yıl vergi almayacak, Sırplar kendi içlerinde serbest kalacaktı. Tuna nehrinde hem Osmanlı hem de Rus gemileri serbestçe dolaşabilecekti. Prut ve Tuna nehirlerinin sol sahilleri iki ülke arasında sınır kabul edilecekti.

Daha sonra Rusya 1826 yılında II. Mahmut'un yeniçeri ocaklarını kaldırmasından dolayı zayıflığından yararlanarak Osmanlı Devletiyle Akkerman Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmayla hükümlerince Eflak ve Boğdan'da Rusya'ya ek haklar tanındı.


İkinci Mahmud
Kahyabeyi Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı
Sadrıazam Hükümet Reisi (Başbakan)
Sırp isyanı [değiştir]Ana madde: Sırp İsyanları
Fatih Sultan Mehmet zamanında fethedilen Sırbistan, Osmanlının adaletli ve hoşgörülü yönetiminden çok memnundu. sırp isyanının nedenleri şunlardır: -Rusya ve Avusturya'nın kışkırtmaları, -17. yüzyıl'da Osmanlı yönetimindeki otorite zayıflığı, -Sırbistan'daki yeniçerilerin halka iyi davranmaması, -Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan milliyetçilik akımları -Osmanlı-Avusturya Savaşı sırasında Sırbistan topraklarının savaş alanı haline gelmesi dir. 1804 yılında Kara Yorgi'nin başlattığı Sırp isyanını Rusya desteklemişti. Osmanlı Devleti Rus savaşı ile meşgul olduğu için Sırp isyanı 1812'den sonra ancak bastırılabildi. Osmanlı Devleti ve Rusya arasında imzalanan Bükreş Antlaşması ile Sırplara bazı imtiyazlar verildi.

Sırbistan'daki ikinci isyanı Miloş Obrenoviç çıkardı. Osmanlı Devleti Miloş'u Sırp Prensi olarak kabul etti. 1828-1829 yılları arasında yapılan Edirne Antlaşması ile Sırbistan yarı bağımsız hale gelmiştir.


Yunan isyanı ve Navarin Deniz Savaşı [değiştir]Ana madde: Navarin Deniz Savaşı
Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunda, Yunanlılar da Fransız ihtilalinin etkisi altında kalmışlardı. Rusya ve Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ile birlikte Filiki Eterya cemiyetinin çalışmaları sonucu Yunanlılar Osmanlı Devletine karşı harekete geçtiler. Filiki Eterya cemiyetinin amacı Bizans İmparatorluğunu yeniden kurmaktı. Rus Çarının yaveri Alexander İpsilanti'nin kurduğu bu cemiyet Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa'nın varlığından dolayı rahat hareket edemiyorlardı. Tepedelenli Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimine karşı isyan etmesini fırsat bilen Yunanlılar ayaklandılar. Ayaklanma ile ilgisi olduğu düşünülen Fener patriği V.Grigorios, 22 Nisan 1821'te sadrazam Benderli Ali Paşa tarafından idam ettirildi. Bu olay Avrupa kamuoyunun Türkler aleyhine dönmesine neden olmuştur. Eflak'da başlayan bu ayaklanma kısa bir sürede bastırıldı.

İkinci isyan Mora'da çıktı. Kısa sürede genişleyen bu isyanı bastırması için, başarılı olduğu takdirde Mora ve Girit valilikleri vaad edilen Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa görevlendirildi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki kuvvetli bir ordu ve donanmayı Mora'ya gönderdi ve isyanın bastırılmasını sağladı. Yunan İsyanın bastırılması Avrupa'da büyük üzüntü yarattı. Ayrıca Mora ve Girit'in Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın eline geçmesi İngiltere'nin işine gelmemişti. Zayıf bir Yunan Devleti'nin kurulması İngiltere ve Rusya'nın çıkarlarına daha uygundu.

Yunan ayaklanmasının bastırılmasından hoşnut olmayan İngiltere, Rusya ve Fransa aralarında bir antlaşma yaparak Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini istediler. Sultan II. Mahmut'un bu isteği reddetmesi üzerine bu devletler donanmalarını Yunan kıyılarına gönderdiler. Mora'nın Navarin Limanı'na giren birleşik donanma, burada demirlemiş Osmanlı donanmasını, top ateşine tutarak yok etti. (20 Ekim 1827)


Edirne antlaşması [değiştir]Ana madde: Edirne Antlaşması
Sultan II. Mahmut'un Navarin'de Osmanlı donanmasının yakılması ile sonuçlanan olaylardan dolayı savaş tazminatı istemesi üzerine, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yeni bir savaş çıktı (1828). Sultan II. Mahmut bu arada Yeniçeri Ocağını kaldırmış, yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye isimli yeni bir askeri teşkilat kurmuştu. Teşkilatlanmasını henüz tamamlayamamış olan bu ordu Rus kuvvetleri karşısında önemli bir varlık gösteremedi. Eflak ve Boğdan'ı işgal eden Ruslar, Tuna'ya kadar indiler. Balkanları aşan Rusya, batıda Kırklareli'yi alarak, Edirne'ye kadar, doğuda ise Kars, Aşkale'yi alarak Erzurum'a kadar ilerledi. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti barış istedi. Ruslarla yapılan Edirne Antlaşması sonunda, Yunanistan'a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan'a imtiyazlar tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerleri geri verdiler. Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı. Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.


Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı [değiştir]Ana madde: Kavalalı Mehmet Ali Paşa
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Napolyon tarafından işgal edilen Mısır'ı kurtarmak için Mısır'a giden gönüllülerdendi. Okur yazar değil fakat zeki bir kimseydi. Askeri yeteneklere de sahip olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa Kahire'de başı bozuk askerin belli bir disiplin altına alınmasını sağlamış, gösterdiği başarılardan sonra Mısır'a vali olmuştu (1804). Kavalalı Mehmet Ali Paşa valililiği sırasında önemli hizmetlerde bulunmuş değerli bir devlet adamıydı. Kölemen beylerini ortadan kaldırdı. Fransızların desteğiyle kuvvetli bir ordu ve donanma kurdu, sulama kanalları açarak tarıma önem verdi ve Mısır'ın kalkınmasını sağladı.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mora isyanı sırasında Mora ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesi şartıyla Sultan II. Mahmut'a yardım etti. Mora isyanını bastıran Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı Devletinin yardım istemesine rağmen kuvvet göndermedi. Mora valiliği yerine Suriye valiliğini isteyen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bu isteğinin reddedilmesi üzerine önce oğlu İbrahim Paşa'yı, borçlarını ödemeyen Akka Valisi Abdullah Paşa'nın üzerine gönderdi. İbrahim Paşa, isyan sırasında Akka, Şam, Hama, Humus'u (Suriye) alarak Toroslar'ı aştı. İbrahim Paşa'nın kuvvetleri Adana ve Konya'da Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattı.

Bu başarılardan sonra Mehmet Ali Paşa kuvvetlerini İstanbul'a kadar durdurabilecek herhangi bir güç kalmamıştı. Sultan II. Mahmut Ruslardan yardım istedi. Rus donanmasının İstanbul'a gelmesinden tedirgin olan İngilizler ve Fransızlar, Mısır ile Osmanlı Devleti arasında bir barış antlaşması imzalanmasını sağladılar. Osmanlı Devleti ile Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasında imzalanan Kütahya Antlaşmasına göre Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya Mısır ve Girit valiliklerinin yanı sıra Suriye valiliği, Oğlu İbrahim Paşa'ya da Cidde valiliğine olarak Adana Valiliği de verildi.

II. Mahmut bundan sonra, orduyu düzene sokmaya çalıştı. Avrupa'ya askerlik öğrenimi için öğrenciler gönderdi. Mısır'da güçlü bir yönetimin bulunması İngilizlerin işine gelmemişti. Çünkü Mehmet Ali Paşa İngilizlerin bu bölgede ticaret yapmalarını engelliyordu. Bu sorunun o bölgede tekrar Osmanlı Devletinin hakim olmasıyla çözüleceğine inanan İngiltere, Sultan II. Mahmut'u Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya karşı kışkırttı. Yeteri kadar güçlendiğine inanan II.Mahmut, Mısır meselesini halletmeye karar verdi. Bunun için Hafız Mehmet Paşa komutasındaki kuvvetleri Mısır üzerine gönderdi. Nizip'te Osmanlı ordusu ile yapılan savaşta Osmanlı ordusu bir kez daha yenildi (24 Haziran 1839) . Kaptan-ı Derya Ahmet Paşa Osmanlı Donanmasını Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya teslim etti (1839). Artık Osmanlı Devleti'nin, kendi valisine karşı yaptığı savaşlar sonunda ne ordusu, ne donanması kalmıştı. Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde Sultan II. Mahmut öldü (1 Temmuz 1839), yerine oğlu Abdülmecit Osmanlı padişahı oldu.


Boğazlar Sorunu [değiştir]Ana madde: Hünkar İskelesi Antlaşması
Sultan II. Mahmut Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında boğazlara gelen Ruslarla, Hünkar İskelesi Antlaşmasını imzaladı(1833). İmzalanan bu antlaşma ile aşağıdaki maddeler kabul edildi;

Hem Osmanlı Devleti hem de Rusya, herhangi bir savaşa girdiğinde birbirlerine yardım edeceklerdi.
Osmanlı Devleti, savaş tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zaman Rusya, Osmanlı Devletine kuvvet gönderecekti.
Rusya'ya karşı bir saldırı olduğu zaman, Osmanlı Devleti Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kapatarak diğer ülke donanmalarının Karadeniz'e açılmalarına engel olacak ve Rusya bu sayede güneyden deniz yoluyla gelecek saldırılarla uğraşmak zorunda kalmayacaktı.
Bu antlaşma 8 yıl boyunca yürürlükte kalacaktı.
Bu antlaşma Osmanlı Devletinin boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını kullanarak imzaladığı son antlaşmadır. Ayrıca Ruslar bu antlaşma sayesinde Karadeniz'de güvenliklerini sağlamış oluyorlardı.

Askeri ve İdari alanda ıslahatlar yapmaya çalışan Sultan II. Mahmut, Sekban-ı Cedid adı verilen yeni bir askeri teşkilat kurdu (14 Ekim 1808). Ancak yeniçeriler kendilerine tehlike olabilecek alternatif bir askeri kuvvet istemiyorlardı. Ayaklanarak Sekban-ı Cedid'in kaldırılmasını sağladılar.


Eşkinci adı verilen yeni bir askeri teşkilat kuran Sultan II. Mahmut'a karşı yeni bir yeniçeri ayaklanması oldu. Sultan II. Mahmut, artık Osmanlı Devleti için kanayan bir yara haline gelen yeniçeri ocaklarını Vaka-i Hayriye adı verilen olayla ortadan kaldırıldı (15 Haziran 1826). Yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra, onun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen yeni bir askeri teşkilat oluşturuldu.

Yapılan yeniliklerin merkezden uzakta bulunan valiler ve idareciler tarafından da benimsenmesi gerektiğine inanan Alemdar Mustafa Paşa Sultan II. Mahmut döneminde Ayanlarla Sened-i İttifak'ı imzaladı. Buna göre ayanlar merkeze sadık kalacak ve yenilik hareketlerini destekleyecek, padişahlar da ayanların elde etmiş oldukları hakları tanıyacaktı. Sened-i İttifak ile ayanlar, padişahın mutlak otoritesine karşı siyasi bir meşruiyet kazanmış oluyorlardı. Padişah otoritesinin başka herhangi bir güçle ortaklık kabul etmesi mümkün değildi ve Osmanlı idari yapısının hem ruhuna hem de tabiatına aykırıydı. Bu sebeple zaten ölü doğan Sened-i İttifak çok uzun ömürlü olmadı. Kısa bir süre sonra Sultan II. Mahmut, idareyi tamamen eline alarak ayanları bir bir ortadan kaldırarak merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışmıştır.

Osmanlı Devleti'ndeki çöküşü farkeden II. Mahmut, hayatı boyunca imparatorluğu batı düzenine uydurmaya çalıştı. Böylece, olumsuz gidişi durduracağını düşünüyordu. Bunun için çıkarttığı kıyafet kanunuyla (3 Mart 1829) devlet memurlarının kavuk, sarık, şalvar ve çarık giymelerini yasakladı. Bunların yerine fes, pantolon, ceket giyilecekti. Buna karşı çıkanları şiddetle cezalandırdı. Saray yaşayışını değiştirerek Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı; setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. Bu değişikliklerin lüzumunu anlayamayan halk, II. Mahmut'u "gavur padişah" diyerek andı. Batılı kurumların çalışmalarından esinlenerek yalnız erkekleri belirten nüfus sayımı yaptırttı (1831). Böylece yeni kurduğu ordunun devamını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi. Bu sayım sonucunda 4 milyon Hristiyan ve 8 milyon Müslüman tespit edildi. AyrıcaAnadolu'da 2.500.000'dan fazla, Rumeli'de de 1.500.000 erkek vatandaşın yaşadığı tespit edildi.

Avrupa'nın önemli şehirlerinde daimi elçilikler kurdurttu. İlk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi'nin çıkmasını sağladı(1 Kasım 1831). Medreselerin yanında Avrupalı tarz eğitim veren yeni okullar açıldı ve Avrupa'ya öğrenciler gönderildi. Avrupa hükumet düzenini benimseyerek Divan teşkilatını kaldırdı ve onun yerine bakanlıklar (nazırlık) kurdu. 30 Mart 1838'de Sadrazamlık makamına "Başvekalet", Sadrazama "Başvekil" denilmesi kararlaştırıldı. Ölen ya da azledilen devlet memurlarının mallarına el konması anlamına gelen "Müsadere" usulünü kaldırdı. Ayrıca Devlete ıslahat hareketlerinde yardımcı olmak, yeni teklifler getirmek, memurların terfi ve yargılanmasıyla uğraşmak üzere Darü'ş Şuray-ı Bab-ı Ali kuruldu. Başvekalet, Maliye, Dahiliye, Hariciye, Evkaf nezaretleri gibi teşekküller hep onun emriyle kuruldu. Askeri konuları görüşmekle görevli Dar-ı Şura-yı Askeri, sivil görevlilerin yargılanması ve hükumetle halk arasında davaların görüşülmesi için Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye kuruldu. Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Rüştiyeler (orta okul) ve devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Tıbbiye ve Harbiye okulları açıldı. Bu okullar için yabancı kaynaklı eserler Osmanlıca'ya çevrildi.

Posta teşkilatının kurulması ve Karantina uygulaması da yine Sultan II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi. Avrupalı tüccarlarla rekabet edebilmeleri için Türk tüccarlara gümrük kolaylıkları getirildi. Ülke içinde ve dışında yapılacak seyahatlar için, bazı esaslar kabul edildi. Buna göre ülke içinde seyahat yapacak yurttaşlar mürur teskeresi (geçiş belgesi) taşıyacaklar, ülke dışına çıkacak yurttaşlar da Hariciye Nezaretinden (Dış İşleri Bakanlığı) pasaport alacaklardı.


Mimari çalışmalar [değiştir]Sultan II. Mahmut döneminde, mimari alanda da yeni bir gelişmenin başladığı görülür. İmparatorluğun değişik bölgelerinde birbirinden güzel yapılar inşa edildi. Sultan II. Mahmut'un yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır; Rodos Süleymaniye Camii, İzmir Bıyıklıoğlu Mahmut Camii, hayatını kurtaran Cevri Kalfa'nın adını verdiği mektep, Nusretiye Camii, İstanbul Kocamustafapaşa Küçük Efendi Camii ve Külliyesi, Taş Kışla, Gülhane Parkı girişindeki Alay Köşkü.

Sultan II. Mahmut ayrıca, İstanbul'daki bütün büyük camilerin tamirini de yaptırdı. Unkapanı köprüsü yine onun zamanında yapıldı. Mekke-i Mükerreme'de bir medrese yaptırdı ve Mescid-i Aksa'yı tamir ettirdi. Aynı zamanda hattat, bestekar ve şair olan Sultan II. Mahmut yazdığı şiirlerde Adli mahlasını kullandı.


Eşleri ve Çocukları [değiştir]Nevfidan Başkadınefendi'den : Fatma Sultan

Aşubican Kadınefendi'den : Saliha Sultan III

Hoşyar Kadınefendi'den : Mihrimah Sultan IV

Alicenab Başkadınefendi'den : Veliaht Şehzade Abdülhamid Efendi

Bezmialem Sultan'dan : Abdülmecit(padişah olmuştur)

Pervizfelek Kadınefendi'den : Atiye Sultan , Hatice Sultan

Zernigar Kadınefendi'den : Adile Sultan

Pertevniyal Valide Sultan'dan : Abdülaziz(padişah olmuştur)


Diğer Eşleri :

Fatma Başkadınefendi (ö.1809)

Mislinayab Kadınefendi

Kameri Kadınefendi

Ebrireftar Kadınefendi (ö.1825)

Vuslat Kadınefendi (ö.1830)

Nurtab Kadınefendi

Hüsnümelek Hanımefendi

Zeynifelek Hanımefendi (ö.1842)

Lebrizfelek Hanımefendi (ö.1865)

Tiryal Hanımefendi